Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Fransız düşünür Derrida aynen şöyle haykırır : “Marks’sız olmaz”. Sonra devam eder ve “Marks’sız bir gelecek olmaz. Marks’ın hatırası ve mirası olmadan hiç olmaz: Her koşulda bir Marks gerekir. Dehası, ya da en azından hayaletlerinden birisi gereklidir” der.

            Düşünür Sovyetler Birliğinin yıkılması ile sosyalizmin ideallerini bir birinden ayırır. Devletin yıkılması,  o ideallerin asla yok olması anlamına yorumlanamaz. İnsanlık yaşadığı müddetçe “eşitlik” ve “adalet” duyguları da yaşayacaktır. İşte bu nedenle Derrida Marks’sız olmaz diyor. Marks’ın öğretisi yeryüzünde yaşanmamış olsa bile onun hayaletinin dolaştığından söz ediyor.

            Bu sözden ilhamla “Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler” isimli, Şaban H. Çalış imzalı bir çalışmayı yıllar önce okumuştum. O çalışmada yazar Osmanlının hayaletinin üzerimizde dolaştığından hatta merhum Özal zamanında hissedilir şekilde görünürlük kazandığından söz ediyordu.

            Keza yine Bobby Sayyid isimli bir düşünürün internette “İslam Dünyası Osmanlıya Muhtaç” başlıklı bir yazısını okudum. Düşünür “ Müslümanların yaşadıkları sorunun kültürel yetersizliklerin ya da bireysel patolojilerinden değil politik zayıflıklarından kaynaklanmaktadır; bu zayıflık da Müslüman bir büyük gücün yokluğundan neşet etmektedir” şeklinde bir tespitte bulunarak, neden Osmanlının gerekli olduğunu izah etmekteydi.

            Cumhuriyet kuruluşu itibariyle Osmanlıyı ötekileştirdi. İmparatorluk dönemini o kadar öteledi ki sanki bütün mevcudiyetini ve meşrutiyetini Osmanlının tükendiği söylemine oturtmuştu.

            Tıpkı Amerikalı, Japon asıllı düşünür Fukuyama’nın liberalizm karşısında Maksizm’in sonunu ilan etmesi gibi. Fukuyama’ya göre artık insanlığın serüveni sona ermişti. Zira en mükemmel sistem olan liberalizmin kesin hâkimiyetini ilan etmiş, böylece tarihin sonunu getirmişti.

            Tarihin bataklığında diğer geri kalmış toplumlar çırpına dursunlar; Batı şahika noktasına ulaşarak, tarihin sonunu bulmuştu bile. Yani Batının ulaştığı noktadan daha ileri bir nokta yoktu, Fukuyama’ya göre.

            Ne büyük bir kibir Yarabbi!

            Oysa gökyüzünde hayaletler dolaşıyordu. Derrida’ nın gördüğünü Fukuyama görememişti.

            Yine Sayyid’ in dediği gibi dünya Osmanlıya muhtaçtı. Adaletsizliğin, çıkarın, sömürünün, maddeperestligin bu denli tahakkümü altında bulunan bu dünyada arayışların bittiğini söylemek tam bir hayaldi.

            Yani tarihin sonu gelmemişti...

            İşte Ak Partinin kongresini televizyondan izlerken beni bu duygu ve düşünceler sarmaladı. Mısır Cumhurbaşkanı Mursi, Irak Kürt Bölgesi Yönetim Başkanı Mesut Barzani, Hamas Lideri Halit Meşal başta olmak üzere Irak, Kırgızistan, Sudan, Balkanlar ve Avrupa’dan gelen 200’e yakın yabancı konuğun varlığı öyle bir kalemde geçilecek bir ayrıntı değildi.

            Hele konuşmalarını izlediğiniz zaman Selçukluların ve Osmanlıların ruhunun dolaşmakta olduğu rahatça seziliyordu.

            Aslına bakılacak olursa dünya değişiyor. Her şey yeniden karılıyor. Müslümanlar artık dünya üzerinde yeni bir arayışın içinde... İnsanlığa verilecek yepyeni değerler, kadim medeniyetimizin yoğrulduğu Anadolu toprakları menşeli olacaktır.

            İşte bunun için bu çekirdeği parçalamak, olmazsa atıl bırakmak için alçakça etnik aidiyet duyguları kışkırtılıyor.

            Zaten Hükümetin en büyük handikabı burada. Eğer Kürt sorununu halledemezse Türkiye içine büzülecek ve daha da güdükleşecek.

            Şayet bu sorunu aşacak olursa kendini açacak ve serpilip yepyeni bir medeniyetin muştusunu ilan edecek.

            İşte bu bağlamda Başbakanın konuşmasını dinlerken doğrusu hayal kırıklığına uğradım. Adeta Kürt sorunu konusun da hiçbir şey demiyor gibiydi. Fakat ertesi gün yapılacak 63 maddelik reform paketinin basın mensuplarına dağıtıldığını okuyunca rahatladım. Zira ülkemizde barış için atılması elzem olan adımlar sıralanıyordu.

            İşte ben bir ruhun aramızda gezdiğini kongre salonunda daha somut olarak gözledim.