Dün tarihli Milat Gazetesinde Müfit Yüksel ile yapılmış son derece önemli ikazlar içeren bir mülakat yayınlandı.

            Gazeteci Nil Gülsüm’e verilen cevaplarda Müfit Yüksel bir kopuştan söz ediyordu. Ona göre Kürt ve Türk gençliği duygusal olarak bir kopuş sürecini yaşıyorlar.

            Sayın Yüksel bu gidişatın bir an önce durdurulması gerektiğinin altını çizmektedir.

Önce Müfit Yüksel kimdir? Aslen Güneydoğulu olup İstanbul da yaşayan Kürt kökenli bir ailenin ferdidir. Bütün aile bireyleri gibi Sayın Yüksel de geleneksel ilimlerle iştigal etmiştir. Diğer bir ifade ile medrese kültürü almış bir kişidir. Zaten merhum babası da medrese kökenli bir âlimdir.

Aynı zamanda kendisi modern eğitim de almış olup bir sosyologdur.

Söyleşide Müfit Yüksel toplumumuzun ortak öğelerinin gittikçe minimize olduğundan dert yanıyor. Minimize yaşandıkça,  haliyle ayrışmada kendisine uygun bir zemin buluyor.

Belki onun bu sözüne birileri oldukça kızacaklar ama o açıkça “birbirimizin din kardeşiyiz!” diyor. Bir diğer ifade ile ortak zemininin adresini bildirip farklı zemin arayışlarının sakıncalarını dile getiriyor.

Bence üzerinde çokça durulması gereken bir tespit...

Hem de ilk önce gönlü ‘barış’ için atan Türk ve Kürt sivil toplum hareketlerince üzerinde durulması gereken bir tespit.

Elbette bu yanan ateşi söndürmek için bütün siyasilerin ve devlet yetkililerinin yapması gereken çok şey var. Fakat işin büyüğü yinede bizlere düşüyor. Yani vicdan sahibi olan barış isteyen ve savaş çığırtkanlarının söylemlerini ve ideolojilerini reddedecek olan sivil vatandaşlara.

Nil Gülsüm’ün bir sorusu üzerine sosyolog Müfit Yüksel aynen şöyle cevap veriyor:

 “Biz birbirimizin, Kopenhag Kriterleri kardeşiyiz. Birbirimizin Helsinki Nihai Senedi kardeşiyiz diyemeyiz. Bu anlamda Kopenhag kriterleri ve Helsinki Nihai Senedi ortak bir duygu oluşturmuyor. Dolayısıyla İslam geleneğinden gelen tüm ortak öğelerin, unsurların tasfiye edilip yerine Kopenhag Kriterlerinin ya da Helsinki Nihai Senedinin getirilmesinin ne getireceği tartışmalıdır”

Ne kadar da doğru ve bir o kadar da düşündürücü tespit değil mi?

İşin hem ehemmiyeti ve hem de zorluğu burada saklı...

Evvela bu tespitin bir takım ideolojik kalıplara ters olduğu açık. Fakat aynı zamanda bu ideolojik kalıpların bizi getirdiği yerde ortada... Israrda faydanın olmadığı da kesin!

O zaman yapılacak iş belli: Hiçbir ön yargıya kapılmaksızın “din kardeşliği” olgusunun altını çizmek.

Barış talebimizi kaygan olmayan, tarihi kökleri olan sağlam bir zemin üzerine inşa etmek.

Zira iş akılla halledilecek safhayı aştı. Duygusal kopuş esasen “duygusal” bir tavır alıştır. Bunu da ancak başka bir duygusal dalgalanma ile alt etmek mümkün olacaktır.

Bu duygusal kopuş bir an önce tersine çevrilmelidir. Zira bir hadiste Efendimiz şöyle buyuruyor : “ İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız”

Bundan daha etkili bir ikaz olabilir mi?