Hemen herkes duymuştur o hadisi; Efendimiz şöyle buyurur: “Bir kötülüğü gördüğünüz zaman elinizle düzeltin, gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin, ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzedin. Fakat bu imanın en zayıf derecesidir”

            Demek ki kötülükle mücadele edilecek; sahip olduğun güce göre elle, dille veya kalple. Kalple yapılanı en zayıf olanı... Gerisini varın siz düşünün artık!

Peki, kötülük nedir? Ve buna bağlı olarak iyilik nedir? Hiç felsefi tartışmalara hacet yok. Yine bir hadisten hareketle pek ala bu soruya cevap verebiliriz. İyi kendimize yapılmasını istediğimiz şeydir, kötü de istemediğimiz şey.

Mesela bir hırsız başkasının malını çalar ama kendi evinin soyulmasını asla istemez. Başkalarına yalan söyleyen bir kimse kendisine doğru söylenmeyince hiddetlenir köpürür!

Çünkü o kendisine yönelince yapılan eylemin ne türlü kötü olduğunu anlar.

Günümüzde savaş kışkırtıcıları genellikle ihtiyarlardır. Onların tuzu kurudur. Sahip olduklarını akan kana borçludurlar. Bu nedenle barıştan hiç hazzetmezler. Varsın Türk ve Kürt çocukları ölsün. Bu onlara hiç ağır gelmez. Çünkü onların gözünü dünya hırsı bürümüştür.

Fakat iş kendi çocuklarına gelecek olsa hemen akıllarını başlarına toplarlar. İstemeyiz elbette ama tehlikede görecek olsalar hemen çocuklarına kol kanat gerer ve onları gerekirse yurt dışına kaçırırlar.

Peki ya diğerlerinin çocukları, fakir fukara çocukları, gariban Türk ve Kürt çocukları? O zaman iş başka. O zaman yaşasın onları ihya eden ideolojinin kan kırmızısı çizgileri.

Ülkemde biraz barış umudu doğdu ya başladı içeride ve dışarıda fesat odaklarının gayretleri.

İki ulus devleti bir telaş aldı ki sorma gitsin. Öğrendiğimize göre ikisi de aynı anda düğmeye basmışlar bile. Biri İsrail, diğeri ise İran...

Hadi İsrail’i anladık, ya İran’a ne oluyor? Ne oldu devrim esnasında savunulan o erdemlere. “En büyük şeytan Amerika” derken bu mu kast ediliyordu? Ulusal çıkar sağlansın da kötülük nerede baş gösterirse göstersin, öyle mi? İki Müslüman halk birbirini boğazlarken sen keyif çat öyle mi? Suriye bitti sıra Türkiye’ye geldi, öylemi?

Seni gidi “ulus” devlet İran, seni gidi... Eminim ki Rahmetli İmam Humeyni’nin kemikleri sızlıyordur.

Daha barış lafı ağızdan çıkar çıkmaz, Paris’te üç PKK’lı kadın katledildi. Amaç belli: barışa sabotaj. Üstelik şifreli girilen bir binaya girmek suretiyle eylem gerçekleştirildi. Yani çok zor olan bir iş hemen planlandı ve gerçekleştirildi.

Kötülüğün kararlılığına bir kez daha şahit olduk. Açılmaz kapılardan giren ve üç kadına kurşun sıkan kötülük son hamlesini böylece yaptı. Daha sırada neler var bilinmez.

BDP milletvekili Aysel Tuğluk olay üzerine çok önemli bir açıklama yaptı: “Bazı güç odakları Türkiye’nin Kürt meselesini çözmüş güçlü bir Türkiye olmasını istemiyorlar. Türk ve Kürt kardeşliğini istemeyen güçler olduğu açıktır. Biz Kürtler ve Türkler ne zaman konuşmaya başlasak provokasyonlar devreye giriyor ve bu süreci engellemeye çalışıyorlar”

Ağzına sağlık Sayın Tuğluk. Dünya görüşün ile hiç bir bağım yok. Ama senin bu sözlerini alkışlamamak elde değil. Haklısın Türkiye’nin güçlenmemesini isteyen odaklar var. Ve bunlar ülkemde hep kan aksın istiyor. Hep savaş olsun istiyor. Ne zaman aramızda sorunlarımızı adam gibi konuşalım desek araya muhakkak fitne çıkaranlar giriyor.

Ve şu tespitine katılmamak da mümkün değil: Türkiye’nin güçlü olmasının tek şartı da: Kürt sorununu çözmüş olmak!

Ben bunu, yani Kürt sorununu çözmüş demokratik ve güçlü bir Türkiye’yi birinci dünya savaşının rövanşının başlangıcı olarak düşünüyorum.

Aksini ise düşünmek bile istemiyorum!

Bu arada MHP sözcüsü Oktay Vural bu hazin gelişme üzerine şu demeci verdi: “Darısı Kandilin başına”!?!

Bu menfur olayla ilgili en dikkat çekici açıklama “Balıkçı” lakabıyla bilinen İlhami Işık’dan geldi. Bu şahsa göre olay Türk gladyosunun ürünü değil. Zira içeride kendi halkına karşı çok acımasız olan Türk glodyonun dışarıda aynı operasyonel kabiliyeti yok. Balıkçı bu suikastın Öcalan’a karşı olduğunu söylüyor. Sebebi ise Öcalan’ın Suriye de PYD’ye Esad’ı desteklemekten vaz geçip muhaliflerle birleşmelerini istemesi. Bunun üzerine PYD’nin Esad’ın yanından ayrılıp muhalifleri desteklediğini ve onlarla birlikte hareket edeceğini açıklaması.

Kötülerin sözcüsü bir gazete ise olayı şu manşetle verdi.”Paris’te ilk Tango”. Belli ki bu kötü eylem nedeniyle pek sevinmişti. Üç kadının öldürülmesi onu ziyadesiyle memnun etmişti.

“Oh!” diyordu. Hükümete ilk yanıt Fransa’dan geldi. Sana mı düştü barış istemek. Tayyip sen Kasımpaşalı bir halk çocuğusun. Yaptıkların yetmedi, şimdide barış istersin öyle mi? Şimdiye kadar huzurumuzu çok kaçırdın, üstüne birde barışı dillendirirsin öylemi? Düşürülemeyince astarını istemeye başladın!

Barış istemek de ne demek? Sen dünyanın kurulu düzenine kafa tutacağını mı sanıyorsun?

Gerçekten de bu Başbakan çok oluyordu. Gerçi düşürmek için az şey yapılmamıştı. Kötüler az kafa kafaya vermemişlerdi ama olmamıştı işte.

Bu konu ile ilgili olarak her gün yeni bilgi ve belgeler gün yüzüne çıkıyordu.

Ama önce güzel bir gelişme ile gönlümüzü ferahlatalım.

İki sanatçı, Şivan Perver ile İbrahim Tatlıses Erbil’de bir araya gelip sanatçılara bir çağrıda bulundular.

“Türkiye’deki bütün sanatçılar bu yeni sürece katılsın” dediler. “Artık bu gelinen nokta çözüm için en son noktadır” dediler.

Yani: susmayın dediler! Ortada ateşi kavuran bir kötülük var dediler, yıllardır iki halk arasına kan düşürdüler dediler.

Susmayın ve “eli” ile mücadele edenlere “dilinizle/sanatınızla” iştirak edin dediler.

Sanat güzellikten yanadır. Barış ise iyidir ve ülkemiz için doğru olandır demek istediler.

Güzellik iyi ve doğrunun yanına yaraşır dediler.

Bence iyi de ettiler.

Kötülük üzerine mütalaalarımıza devam edeceğiz, inşallah.