Kötülüğün tavan yaptığı yıldı 1993 yılı. Uğur Mumcu’nun katli ve kısa bir süre sonra Eşref Bitlis’e suikast ile perde açıldı.

            Eşref Bitlis bu milletin ayağına pranga olan sorunu çözmek istiyordu. Metodu “barış” üzerineydi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile bu konuda hem fikirlerdi.

            Bu hem fikirlilikleri onların sonunu hazırladı.

            Merhum Mumcu’yu, PKK ile kirli ilişkileri fark ettiği için öldürenler, savaşın devamı için bu iki devlet adamını da katlettiler.

            Lakin kan içiciler kana doymuyorlardı.1993 yılı iblisin iğrenç kahkahalarla ölüm dansını ziyadesiyle yaptığı bir yıl oldu.

            Sivas katliamı neticesinde öldürülenlerin ideolojik yapısından ziyade mezhebi yapıları öne çıkarıldı “ 33 Alevi aydını ” denilerek Alevilikleri ısrarla vurgulandı. Hâlbuki o kişiler sol görüşlü olup ayrıca dini kimliğe çok da önem veren kişiler değildi.

            Hemen peşinden Başbağlar’da mütedeyyin 33 vatandaşımız bir namaz vakti camide hunlarca katledildi.

            Şeytanlar zevkten dört köşe idi.33 Alevi’ye mukabil 33 tanede Sünni insanımız katledilmişti.

            Lakin umdukları iç savaş çıkmadı. Alevi ve Sünni vatandaşlarımız sağduyulu davranarak oynanan oyunları boşa çıkardı.

            Zamanımızda da bazı kesimler baktılar ki ülkemizde barış ihtimali doğdu aynı oyunu yeniden sahneye koyuyorlar. Son zamanlarda Alevi vatandaşlarımızın evlerinin kapıları işaretlenerek kışkırtılmaya çalışılıyor.      Kışkırtmanın altından, kirli ilişkilerin vıcık vıcık boy attığı DHKP-C Örgütü çıktı.

            İşin daha da enteresanı Malatya’daki zirve cinayetinde ismi Milliyetçi muhafazakâr olarak geçen bir sanığın, 1995 yılında DHKP-C adına yapılan bir eylemde gözaltına alınmış olduğu ortaya çıktı.

            1993 yılının hikâyesi bu kadarla da sınırlı değil. O zamanda da böyle bir bahar havası teneffüs edilmeye başlanmıştı. PKK terörle bir yere varamayacağını anlamış ve silah bırakma noktasına gelmişti. Çatışmasızlık hali bir süredir hâkimdi. Ne oldu ise birden bire işler tersine dönüverdi.

            Tam 33 tane erimiz savunmasız bir şekilde sevk edilirken Bingöl-Elazığ yolunda önleri kesilerek hunharca katledildi. O ana kuzuları savaş baronlarına, adeta kurban olarak sunuldu.

            Ülkemde pek çok vilayette insanlar avaz avaz bağırdı: Şehitler ölmez vatan bölünmez... Viskilerini yudumlayanlar gelişmelerden ziyadesiyle memnundu.

            Barış ümitleri birden sönüvermişti... Dilerim ki Mevla’mdan kötüler bu sefer başarılı olamazlar.

            Doğrusu merhum Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu, bende son derece vurdumduymaz bir kişilik zannı uyandırmıştı. Ne kadar yanıldığımı “İçimden Geçen Zaman” isimli kitabını okuyunca anladım. Meğer kadıncağız ne kadar didinmiş fakat başarılı olamamış.

            Güldal Hanıma Savcı Ülkü Coşkun cinayetin devletin işi olduğu söylemiş (s. 79) bunun üzerine bu Savcı hakkında müfettişlerce inceleme yapılmış lakin daha sonra dosya işlemden kaldırılmış.(s,103) Genel Kurmay eski Başkanı Doğan Güreş bir gazetecinin sorusu üzerine “bu konuya hiç girmek istemiyorum”  şeklinde cevap vermiş.(s. 99) Bayan Mumcu bu cevabı haklı olarak şöyle yorumluyor: Bu konuyu biliyorum, ama söylemek istemiyorum.(S,99)

            Daha da önemlisi merhum Mumcu’nun dosyası ailesinin ısrarları üzerine Savcı Kemal Ayhan’a verilmiş ancak bu kişi daha sonra evinde ölü bulunmuş; otopsi dahi yapılmadan Başsavcı Nusret Demiral’ın talimatıyla defnedilmiş. (s 102)

            Yine bir gün Genelkurmay Başkanı ile Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden Güldal Hanımı ziyarete giderler. Güldal Hanım:

            “Beni rahatsız eden birçok şey var. Bir yıldır laik- anti laik gerginliği yaratılmak isteniyor. Bu konularda çok fazla gerginlik yaratılırsa yani fazla gerilirse kopar. Çok dikkatli konuşulması gerektiği her halde göz ardı edilmemeli” deyince Doğan Güreş hak vermiş, Anayasa Mahkemesi Başkanı susmakla iktifa etmiş.(s. 87)

            Söz Yekta Güngör’den açılınca, doğrusu bu konuda son derece enteresan bir bilgi verilmiş kitapta. 1969 yılında Yargıtay Başkanı İmran Öktem ölünce cenazesinde olaylar çıkmıştı. Laikliğin gözü kara savunucusu Öktem, hayattayken “ tanrı insanı değil insan Tanrıyı yarattı” şeklinde üzerine vazife olmayan bir söz sarf etmişti. Ölünce de, cenaze namazının kılınıp kılınmayacağı üzerine cami avlusunda tartışma çıkmıştı. O esnada merhum Uğur Mumcu’da Yekta Özden’de olayların içinde imiş.

            Ama bir farkla, Yekta Güngör Özden namaz kılınmasına engel olanların içinde imiş; yani “İmran Öktem dinsizdi cenaze namazı kılınmaz” der imiş.

            Yaşanan kargaşada karşı tarafta yer alan merhum Uğur Mumcu, Özden’in suratına bir yumruk aşk etmiş.  (s. 87)

            Ne garip değil mi? Meğerse hiç susmayan, her fırsatta yerli yersiz konuşan, “laik olmak adam olmaktır”  gibi anlamdan yoksun cümleler sarf eden, sıkı laik Yekta Güngör Özden bir zamanlar irtica yanlısıymış.

            Görev aşkı böyle bir şey olsa gerek...

            Devam edeceğiz, inşallah.