“çünkü indirdiği vahiy ile hakikati ortaya koyan ve (böylece insana, doğru ile eğriyi tartacağı) bir terazi veren O'dur. Senin bütün bildiğin ise, Son Saat'in yakın olduğudur. “(Şura 42/17)

“Allahın sana lütfu ve rahmeti olmasaydı, o (kendilerine zulmede)nlerden bazısı seni saptırmaya çalışırdı; ama onlar kendilerinden başka kimseyi saptıramazlar. Sana asla bir zarar da veremezler, çünkü Allah sana bu ilahî kelâmı indirmiş, hikmeti (vermiş) ve sana bilmediklerini öğretmiştir. Allahın sana olan lütfu gerçekten büyüktür. “(Nisa 4/113)

Evrende gördüğümüz her şey bir ölçü içinde yaratılmıştır.

Ölçü içinde yaratılması evrendeki her şeyin düzenli bir işleyiş ve müdahale edilmeksizin akıp gidecek özelliğiyle, yaratılışın mükemmelliğini anlattığı gibi; insanın aklı vasıtasıyla konuyu daha iyi algılaması ve sorumluluklarını hissetmesinin yollarını açmalıdır.

Allah(c.c) insan aklının müdahalesi olmayan her şeyi kendi fıtratına uygun olarak yaratmış ama daha sonra insanoğlunun işleyişe müdahale edecek bir takım girişimleriyle çevre kirlenmiş, sömürülmüş, hak yenilmiş ve sonrasında bazılarının ellerindekiyle övünerek güçlü olduğunu kabul ettirme çabaları başlamıştır.

İnsanın müdahalesiyle kaybedilen denge, zaman içinde daha çok para kazanma ve güç elde etme adına; daha çok ölçüsüzlük içinde konuya yaklaşılmasını ve kokuşmanın artarak devam ettiği bir evrende, insanların hak etmedikleri bir tarzda yaşamaya mahkûm edilişlerini ortaya çıkarmıştır.

Allah her şeyin rabbidir ve bu ismiyle her şeyi bir düzene koyandır.

Rabbimizin ölçüyle yarattığı evrende, aklıyla sorumluluğunun farkında olması gereken sadece insan denilen yaratıktır.

İnsan için ölçüyü belirleme hakkı Allah’a; ama belirlenen ölçüye aklıyla uyma hakkı da insana aittir.

İnsan ölçünün tespitini kendine göre yapmaya kalkıştığı an bencilleşen, azgınlaşan ve zulmeden bir özellikle, haksızlıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Allah (c.c) ;insanın uyması gereken ölçüleri ifade etmek üzere kitap ve elçi göndermiştir.

Kitabın değişmez hükümleri; çağlar boyunca insanlara ışık tutmaya devam edeceği gibi, insanın pratik örneklerini alacağı elçinin sünnetine de ihtiyacının olduğu açıktır.

Ölçünün pratik olarak örnekliği işleri kolaylaştırdığı gibi; elçinin yolunu kendisine yol edinmenin de gerekliğiyle sorumluluğu artıran bir özelliğe sebep olmuştur.

Rabbimiz; bir ölçü olarak kullanılmak üzere adeta bir terazi benzetmesiyle Kuran’ı göndermiştir.

Kuran bir ölçü ama aynı zamanda, içinde hayat tarzının da belirlendiği bir kitaptır. Bu sadece iki kapak arasındaki sayfalardan oluşmuş sıradanlığı aşan hayat tarzının standartlarının yazıldığı bir hayat kitabıdır.

Çağlar değiştikçe insanın fıtrat olarak değişmediği, sapmalarının ve doğru yolu bulma isteklerinin değişmediği evrende; çevresindeki aktörler değiştikçe hiçbir şeyin aynı olmadığını zannederek Allah’a baş kaldırmaya çalışan insanoğlu, haddini aşarak kendi geleceğini tehlikeye sokmuştur.

Kuran’ın bir adının da Furkan olması hak ile batılı, iyi ile kötüyü ayırt eden bir özelliğiyle algılanabileceği gibi; içindeki prensiplerle hak ve batılın tarifini yapma tarafına da dikkat çekmiştir.

Hak ve batıl Allah(c.c) tarafından tespit edilen sınırlara sahiptir. Hak ve batıla dikkat etme kabiliyeti kitabın anlaşılmasını zorunlu kılmaktadır.

Kitabın anlaşılmasını imkansız kılarak, insanı dalalet çukurunda bırakmaya mahkum eden anlayışların; haşa Allah(c.c)’a zulmedenmiş gibi bir görev biçmeye kalkışmaları, cehaletlerinin eseri olacaktır.

Anlaşılmayan bir kitabın, hayatı düzenlemesi mümkün değildir.

Kitabın anlaşılması bu noktada çok büyük bir öneme sahiptir.

Birilerinin sadece kendi anlayışlarını Kuran’ı anlaşılır kılacak bir metot gibi sunmaya çalışmaları, ihanetin veya gafletin göstergesi olabilecek nitelikteki tavırlardan başkası olmayacaktır.

Vahyin ulaştığı herkes, vahiyle ilişkilerinden dolayı hesaba çekileceğini aklından çıkarmamalıdır.

Hesabı öğreten Allah (c.c), hesap gününden bahsetmekle; ona hazırlığın yolunun vahyi anlamaktan geçtiğinin de akıl ile bulunmasını istemektedir.

Hesabın olması kitabın anlaşılmasını gerekli kıldığı gibi; anlaşılan kitabın elçinin gösterdiği şekliyle uygulanmasını da elçiye tabi olmak(sünnet) şeklinde isimlendirmiştir. Elçi vahiyden aldığını eksiksiz aktaran, açıklayan ve uygulayan olmuştur.

Elçinin getirdiklerine kendisinin uyma sorumluluğu üzerinde ittifak edenlerin, elçinin tarif ettiği şekliyle vahye uymakla ilgili ittifak etmemeleri, hiç kimseyi kurtarmayacaktır.

Ölçü ;sadece elçi için gönderilmediği halde ,elçinin uymasına ait düşüncelerinde açık olanların, elçinin uyduğu seviyede kendilerini sorumlu tutmayarak, ihmal ettikleri bir dinin, vaat ettiği cennetine gitmeyi hak edeceklerini zannetmektedirler.

Ölümün ne zaman geleceği belli değilken, hesapta sorulacak sorular bu kadar açık iken, hesaba hazırlanmaktan başka çarenin olmadığı ortada iken; insanın sanki hiçbir şey yapmadan ve sıkıntılara katlanma becerisini göstermeden cennete gitmeye kalkışmasını bir kez daha sorgulamak gerekmektedir.

Hesabın, kitabın şimdi gerekli olduğu ama öldükten sonra hesap ve kitabın değişmez sonuçlarının Allah(c.c) tarafından belirleneceği açık iken; sanki Allah(c.c) ile bir anlaşma yapılmışçasına ölçünün ciddiye alınmaması, ölçünün kitabın dışına çıkılarak belirlenmiş insan akıllarından üretilmiş sistemlere teslim edilmeye çalışılması, sorumluluğun algılanmamasından başka bir şey değildir.

Allah Teâlâ gönderdiği kitabıyla, hayatın prensiplerini Allah’a göre ayarlama imkânı var iken; bu rahmetin gönderilmesini fayda olarak algılamaktan uzak, kendini insan aklına teslim etmenin gafletten başka bir şey olması mümkün değildir.

Vahiy gelirken insanları saptırmaya yol bulanların; vahiyle kendisini koruması gerektiği, ölçüyü kontrol etmesi gerekenlerin vahye duyarsız kalmaları, ölçüden uzak bir hayat yaşamaları, açıklanması mümkün olmayan bir durumdur.

Allah(c.c) elçisine ancak vahiyle korunabileceğini ifade ettiği halde; sanki cenneti garantilemişçesine vahiyden uzak, anlaşılmasını ve yaşanmasını kendine dert edinmeyerek, hayata devam edenlerin sapmaktan uzak kalamayacaklarını da bilmeleri gerekmektedir.

Rabbimiz; gönderdiği kitap ve elçiyle asıl bilgiyi ve bilginin kullanılışına dair bir yol tarif etmiştir.

Elçinin bile saptırılmaya çalışıldığı bir dünyada; insanların saptırılmasını sağlamak için çaba gösteren Şeytan ve dostları, verdikleri vesvese ile insanları vahiyden uzaklaştırmaya çalışırken, bunu fark ederek asıl sorumluluklarını yerine getirmesi gereken insanın, şeytanla işbirliği yaparcasına kitabın anlaşılamazlığını iddia edecek kadar cehalet bataklığında debelenmesine ne demek gerekir acaba?

Allah(c.c) kitabı ve elçisi vasıtasıyla; insana bilmediğini zarara girmeden, denemeye gerek kalmadan öğrettiği halde, insanın zarara girmekten ve deneyerek başına felaketleri getirmekten geri durmaması da anlaşılır gibi bir şey değildir.

Zorda kaldıkları zamanda Allah’ın yardımını bekleyen toplumlar; zorluğun olmadığı dönemlerde de Allah(c.c) ile ilişkilerini dikkatlice götürmek zorunda olduklarını, zorda kalmadan fark etmeleri gerekir. İnsanlara sorumluluklarını, gidişatlarındaki doğruluğu veya yanlışlığı fark ettirecek bir nimetin kitap olduğu halde, farkına varmaması insanı ancak düşüncesizce yaşayan varlıklarını konumuna düşürecektir.

Sorumluluklarını hatırlatan kitapla ilişkisini iyi tutanların sıkça tekrar edecekleri doğru bilgiye dayanan değerlendirmeleri; insanı vaat edilen güzelliklere kavuştururken de aynı güzellikte çekilen zahmetlerin bir sonucunu karşısına çıkaracaktır.

Zor zamanda elçilerin yol göstermesini isteyen toplumlar; kolaylıkların bulunduğu dönemlerde elçinin yolunu takip etmeyi de akıl eden olabilmelidirler.

Elçinin bile kendi aklından icat etmediği hayat tarzının prensipleri, elçi ve çevresindeki arkadaşlarına hatırlatılarak bir medeniyet inşa edilmişken; sanki bundan haberi yokmuşçasına vahye uzak duranların halini ne ile açıklamak mümkündür?

Elçinin kendisine vahyedilene uyduğu, çevresindekilerin(ashab) onun yolunu takip ettikleri bir hayatta; bazı anlara sıkıştırılmış dini hatırlama halleri, kurtarıcı olacak nitelikteki bir durumu ortaya çıkartmayacaktır.

Vahiy anlaşılmadan, sadece dinlemekle asıl hedefi olan; hayatı düzenleme, yol gösterme nimetlerinden faydalanmak mümkün değildir.

Çok sıkı bir dinleyen,  anlayan, emirlere ve yasaklara uyan; olmakla, belki asıl Kuran’ı dinleme emrinin gereği yerine getirilmiştir.

Rahmet olarak gönderilen vahyin ve elçinin yolunu takip etmek sonrasında Allah’ın rahmetini hak etmeye götürecektir.

Rahmeti bulmak için, rahmet yollarına sarılmak gerekir.

Rahmeti isteyen insanın; rahmet vesilesiyle ilişkilerini sağlıklı hale getirmesi ve kesintisiz bir iletişim hali oluşturmayı, zorunlu bir gereklilik olarak algılamak ve bilince ulaşmak gerekmektedir.

Rabbimizin sesine kulak vermek, anlamadan dinleyip ağlamakla yerine getirilecek bir emir olmayıp, kalbi ve hayatı rahmet olarak algılayacak bilinç haline getirmekle mümkündür.

Kalbin, aklın ve hayatın rahmete hazır hale getirilmediği dünyada; Kuran’a iman ettiğini söyleyip ona sarılmadan hakkı bulmak mümkün olmayacaktır.

Rahmetin getirdiği ölçüyle yaşanmayan bir hayat, insana ve çevresindeki tüm varlıklara ölçüsüzlük getirerek; kaosun, zulmün hâkim olduğu bir dünyanın mahkûmları olmaya hepimizi zorlayacaktır.

Vahyin yumuşattığı kalplerin; büyüklenerek kendilerine başka hayat tarzlarını seçmeleri imkânsızdır. Çünkü vahiyle ilişkilerini sağlıklı yürütenler mutlaka kendilerine ve çevrelerine zulmetmekten uzak kalmak için, vahyin emirlerine ve yasaklarına uygun bir hayatı tercih ederek, yaratanın rahmetine kavuşmanın ilk adımını da açmış olacaklardır.

İman edenin sınırlı güç sahibi olduğunu bilerek, sınırsız gücün sahibi olan Allah’a teslimiyetini; hak ile batılı ayırt etmeye yarayan kitaba teslim olmanın getireceği güzellikleri yaşamanın yolunu bulmak adına, durmadan vahye muhatap olan bir kul olmanın yollarını arayacak ve bulacaktır.

İbadetler ona açılan bir kapı olduğu gibi; kuranla, vahiyle ve tövbe ederek rabbe ulaşmak iman edenlere açılmış çok önemli kapılardır.

Rabbimiz bu konuyu şöylece bizlere anlatmıştır;

“ Ve sen (ey Peygamber,) bir mucize getirmediğin zaman, bazıları: "Onu (Allahtan) elde etmeye çalışsan ya!" derler. De ki: "Ben sadece Rabbim tarafından bana vahyolunan her neyse, ona uyarım: bu (vahiy), inanmak isteyen bir toplum için Rabbinizin katından bahşedilmiş bir kavrama yöntemi, bir yol gösterici ve bir rahmettir.”

“ Bunun içindir ki, Kuran okunduğu zaman ona kulak verin, sesinizi kesip dinleyin onu ki (Allahın) esirgemesiyle kuşatılasınız!"

“ Ve sen, (ey Peygamber), gönül alçaltarak, korku ve duyarlık içinde, sesini yükseltmeden sabah akşam Rabbini an ve sakın umursamaz kimselerden olma.”

“Bil ki, Rabbine yakın olanlar Ona kulluk yapmaktan asla kibre kapılmazlar ve Onun sınırsız yüceliğini övgüyle anar ve (yalnızca) Onun önünde yere kapanırlar. “(Araf 7/203-206)

Not: Önümüzdeki günlerde okullarımızn 5. ve 9. sınıfında seçmeli derslerle ilgili olarak dilekçeyle müracaatlar söz konusu olacaktır.Çocukları 5 ve 9. sınıflarda olan öğrenci velisi dostlarımızn kuran ve siyer dersi seçimine özel bir gayret göstermelerini hatırlatmak isterim.Bu vesileyle allah tüm öğrencilerimize zihin açıklığı versin inşallah.