“BİZ bu Kuran'da insanların önüne her türlü örnek olayı koyduk. Ama onlara (böyle) bir mesajla yaklaşırsan, hakikati inkâra şartlanmış olanlar, mutlaka, "Siz düzmece iddialarda bulunmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz!" derler.”

“ Allah bu şekilde, (hakikati) kabul etme(k isteme)yenlerin kalplerini mühürler.”

 “O halde sıkıntılara göğüs ger: Allah'ın (Kıyamet Günü ile ilgili) vaadi kesinlikle doğrudur. Öyleyse, tam bir iç tatminine ulaşamayanların senin zihnine şüphe tohumları ekmelerine izin verme!”(Rum 30/58-60)

İnsanoğlunun zaman zaman karşılaştığı olaylarla ilgili hükümler verirken, doğru bilgiden kaynaklanamayan bazı öngörülerle değerlendirmeler yapması, onu şaşırtarak hiç beklenmeyen sonuçların karşısına çıkmasına sebep olur.

İnsanın kendi yaptığı değerlendirmeye benzer değerlendirmeler yapmayanları suçlayarak kendince doğruların ortaya çıkacağını zannederken; asıl yanlışlığa kendisiyle birlikte başkalarını da sürüklediğini ya fark edemez veya kendi gururundan kaynaklanan bir düşünceyle kendisini haklı çıkaracak hale getirmeye çalışır.

İnsanın kendi yanlışlarına rağmen haklı çıkmaya yönelik işlere girmesi; kendi bilgisine veya yorumuna güvenerek sapıtan şeytandan kaynaklanmaktadır.

Şeytanın rabbimizin secde emrini algılarken kendince bir yorumla kendini haklı çıkarmaya kalkışmış ve diğer bir taraftan da, kendisine uydurduğu insanlarla meşruiyet kazandırdığı hayat tarzlarına kaynaklık yapmayı düşünmüştür.

Şeytanın kendini haklı çıkarabilmek üzere gösterdiği bu gayret, daha sonra şeytanlaşmış akıllarında kullandığı bir metot olarak karşımıza çıkmış hatta kimi zamanda acaba sorularıyla karşımızdaki yanlışın haklı olabileceğini düşünmemize sebep olmuştur.

Kendini haklı gören şeytanın, kendi aklına güvenerek;( haşa!) Allah’a kafa tutmaya kalkışmasını örnek alan, fıtratını bozarak kendisini şeytanın tetikçilerine teslim edenlerin olaylara bakışları, kimi zaman hepimizi şaşırtmaktadır.

Şaşırmamız hiç aklımıza gelmeyenlerin şeytan ve tetikçileri tarafından gündeme getirilerek, bir takım yönlendirmelerle kendilerine yandaş arama yollarına girebilmişlerdir.

Şeytanın kendine göre diye başladığı yorumlamalarında, kitaptan veya rabbimizin emrinden uzak bir alan açmaya çalışması; kendisini örnek alan bir takım insanların da yollarını şeytanla bulmalarına sebep olmuştur.

Şeytanın örnekliğini önlerine koyup yollarına devam edenlerle; rabbinin emirlerinin içinde bulunduğu Kuran’ı ve sünneti önüne koyanların değerlendirmeleri ve yaşantıları mutlaka farklı olacaktır.

Şeytanı takip edenlerle vahyin yolunu takip edenlerin yaşantılarında eğer farklılık kalmadıysa, burada sorulması gereken; şeytan ve dostlarının Müslüman olduklarına dair deliller aramak olmayıp Müslüman’ım diyenlerin şeytanın yolunu takip edip etmedikleriyle ilgili olmalıdır.

Şeytanın kıyamete kadar Müslüman olmasını beklemenin anlamsızlığı ortada olduğu halde; Müslümanları şaşırtmak isteyen şeytanın şimdiye kadar bu konuda ne kadar başarılı olduğunun delillerini bulmak mümkündür.

Şeytanını Müslüman yapmaya kalkışanların; şeytanları tarafından nasıl kurnazca ve sinsice kandırılabileceklerini daha çok düşünerek teyakkuz hali oluşturmaları gerekmektedir.

Kuran’ın en önemli özelliklerinden birisi de; şeytan ve dostlarına ait örnekler verdiği gibi, peygamberleri vasıtasıyla vahiy yolunu takip etmek isteyenler içinde işaret taşları olarak geçmiş toplumlar ve peygamberlerin mücadeleleri konularak doğru yolu bulmaları temin edilmiştir.

Şeytanın yoluna dikkat çekilerek yapılan hatırlatmaların yanında, vahyin yolunun şartları ve olmazsa olmazları hakkında bilgilendirmelerle, iman eden insanın yönlendirilmesi sağlanmıştır.

Değerlerin farklılaştırıldığı dünyada öncelikli değerlere dönüşün yollarını gösteren Kuran; karşı değerlerin de bilinerek onlara karşı hazırlıklı olabilmeyi; imkânların ve zaafların farkına varılarak hayatın içindeki şeytanla yapılan mücadelede muzaffer olabilmenin yollarını, akılla, aktarılan vahiy ve sünnetle bulabilmenin yollarını bilmek ve bulmak gerekmektedir.

İman edenin iman ettim demekle ayrıcalık sahibi olduğu bir dünyada; ayrıcalığın getirdiği sorumluluk bilincine sahip olamayanların temsil ettikleri değerleri de kendileriyle birlikte yok edeceklerini fark etmeleri gerekmektedir.

Başkasına göre kendini konumlandırmaya veya karşı taraftan gelecek saldırılara karşı kendi konumunu sağlamlaştırmadan mücadeleye girişmesi; mücadelenin kendi aleyhine sonuçlanmasına sebep olacaktır.

Bu anlamda iman edenler konumlarını imanlarından başlayarak sağlamlaştırmanın yolunu sahih bir iman bilgilenmesi ve Salih bir davranış halinin ortaya çıkarılmasında bulmak zorundadır.

Kuran’ın iman eden için ilk bilgi kaynağı olması; başka iman etmeyenlerce itiraz edilen bir konumda olmakla, aslında kendilerine göre tarif ettikleri gerçekleri algılamaktan uzak kalmaktan dolayı bir türlü hakkı görememişlerdir.

Baktıkları pencerenin inançsızlık penceresi olması sebebiyle, her şeyi tersten gören ve algılarken meydana gelen terslikten dolayı iman etmelerini zorlaştıracak algı yanılmalarından dolayı ya iman etmekte gecikmişler veya imansız ölümü tatmak zorunda kalmışlardır.

İman etmek niyetinin bulunuşu insanın daha sağlıklı bakmasına ve hayatını yaratanının istediği şekilde geçirmesine sebep olacak bilgi ve algı sağlamlaştırmalarıyla, meselenin daha huzurlu ve aklını kullanarak çözülmesini sağlayacaktır.

İman etmeyenlerin algılarını inançsızlık üzerine inşa etme gayretlerini kısa vadeli köksüz bilgilerle destekleyen güdük bilgilerin bulunması; her doğruyu yanlış, her yanlışı da doğru olarak algılamalarına sebep olabilmektedir.

Kendi köksüz medeniyetlerinin ortaya çıkardıklarına ters düşen ne varsa hayat tarzlarından vazgeçmek istemedikleri için bir savaşla karşı karşıya olduklarını düşünerek; hemen ve hiç düşünmeden itirazla kendi haklılıklarını ispatlayacak her şeye hatta kan akıtmaya bile kendilerinde hak bularak savaşlar çıkarmışlardır.

Kalbin mühürlenmişliği; kalbin yaşamasını sağlayacak her türlü rahmetin kaynağı olan vahye, kalbin kapatılması ve sonrasında da hayattan Kuran’ı çıkararak hayatın nefsin isteklerine göre yaşanmasını mümkün kılmaktadır.

Müminlerin kıyamete dair en küçük bir şüphesi bulunmadığından dolayı, her şeyin kararını vermenin ve hesabını sormanın sadece Allah’a ait olduğunu bildiği için; ondan gelen bilgiyle, ondan gelen elçiyle, onun hayat tarzını kendine hayat edinebilmekle kurtuluşun yollarını bulacaktır.

Kıyamet mutlaka vardır. Öyleyse ölümden sonraki, hesabı hesaba katmadan yaşamanın insanı ne kadar küçük düşürebileceğini düşünmemek mümkün müdür?

Allah azizdir ve izzeti sadece kendisine kulluk edenlere nasip edecektir.

İzzeti dünyalıklarda ve dünyaya hâkim olmaya çalışan tağuti güçlerin yanında arayanlar mutlaka hezimete uğrayacaklardır.

Bunu anlamak için kıyamete kadar sabretmek mümkün olabileceği gibi İslam’dan uzak toplumların refah seviyeleri yüksek olduğu halde; başka toplumları sömürmekten geri kalmayanların hayatına bakarak zillete nasıl düştüklerini görmek mümkündür.

Gerçek bilgi Allah’tan geldiği hale bunu inkâr etmeye kalkışanların yanında iman ettiğini söyledikleri halde; bir türlü onu anlamaya, yaşamaya ve yeryüzünde hâkim olması için çaba sarf etmeyenlere ne demek düşer bilemiyoruz.

İman etmeyenlerin Kuran’a hizmet etmeleri mümkün değilken, iman ettiğini söyleyenlerin Kuran’ı anlamak ve yaşamaktan uzak kalmalarını ne ile açıklamak mümkündür?

Kuran’ın apaçık doğruları ortada iken, kendi isteklerine uygun tercihlerle hayatlarını Allah’ın istediğine göre değil, başkalarının istediğine göre yaşamaya kalkışmanın cennete götüren bir adım olmayacağı ortadadır.

Kuran’ı inkâr edenlerin durumuyla; kabul ettiğini ifade edip, hayatından, algısından uzak tutup, başka doğrular arayarak terk edilmiş bırakanlar anlamında bir karşılaştırma yaptığımızda; birbirlerinden farklarının zaman içinde kalmadığını da görmemiz mümkün olacaktır.

İman edenin, imanından şüphesinin olmaması; iman ettiği konuyla ilgili bir başka yol aramamasını gerektirir. İman ettiğinden başka yollar, çareler ve teklifler arayanların imanlarını sorgulamaları gerekir.

Kötülüklerin ve eğriliklerin doğru ve güzel olarak kabullenilmesi, hayatın standartlarının iman ettiğinizin dışında bir hal almasıyla mümkündür.

Değerlerin dönüşümü veya birazcık dahi olsa eğriltilmesi; insanın hayatından, iman edilenin isteğinden sapması anlamına gelecektir. Kuran’ın sapık olarak nitelendirdiği algı ve insan tiplemesi de işte böylece ortaya konulmuştur.

İman edenlerin her anlarıyla ilgili olarak rablerine hesap vereceklerini bilmeleri, daha sonrasında vaktin, paranın, emeğin, terin Allah(c.c) için harcanmasını zorunlu hale getirmeye sebep olur.

Rabbimiz bu konuyu bizlere ayetleriyle hatırlatarak şöyle buyurur;

“ DEKİ: Ya inkar ettiğiniz bu (vahiy), gerçekten Allah'tan ise (halinizin ne olacağını) hiç düşündünüz mü? Kendisini kötülüğe ve eğriliğe (bu kadar) çok kaptırandan daha sapık kim olabilir?"

"Zamanı geldiğinde insana mesajlarımızı (evrenin) uçsuz bucaksız ufuklarında ve kendi öz benliklerinde (bulduklarıyla) tam olarak anlatacağız ki bu (vahy)in tartışılmaz bir gerçek olduğu, apaçık ortaya çıksın. Rabbinin her şeye tanık olduğu(nu bilmeleri onlara) hâlâ yetmez mi?”

“ Gerçek şu ki onlar, (Hesap Günü) Rableri ile karşılaşıp karşılaşmayacaklarından tam emin değiller! Şüphesiz O, her şeyi kuşatır!”(Fussilet 41/52-54)