“ EY örtülere bürünen (insan)!”

“ Gece biraz ilerleyince (namaz için) kalk;”

“ gece yarısı -biraz önce”

“ya da sonra- (kalk) ve ağır ağır, duyarak Kur'an oku. “ (Müzemmil 73/1-4)

 

Her şeyi yaratan, yaşatan ve yöneten rabbimiz; kul olma şerefini yakalayabilecek olan insanla kalıcı ve sürekli bir ilişki kurmak istemiştir. Bu anlamda ilişkilerini sürdürebilmek adına da öncelikle bir elçi seçmiş ve sonra da seçtiği elçisine vahyini göndererek, daha sonraki gelen ve kul olmak isteyenlerin iletişim yollarını açmıştır.

Açılan bu iletişim yolları öncelikle indiği dönemlerde kutlu bir elçinin aracılığıyla tıkanılan, problem olarak görülen her konuda ona başvurarak bir yol, yöntem öğrenmeyi tercih etmelerine sebep olmuştur. Bu anlamda daha sonraki gelecek iman edenlerin de aynı yollardan geçerek iman ettikleri dini, kendileri için bir hayat tarzı edinmekle, öldükten sonraki hayatlarında hesabını verebilecekleri bir konumda olmalarını istemiştir.

İslam daha önce gönderilmiş dinlerin algı ve yöntemleriyle hayatın Allah’ın istediği şekle getirilmesini ister. Bu sebeple İslam; yeni bir din gibi ifade edilse de, aslında daha önceki gelen dinlerin en son haliyle yine rabbimiz tarafından standartları belirlenerek hayata geçirilmiş bir hayat nizamıdır.

İslam’ın başlıca iki kaynağı olan Kuran ve Peygamberimizin dine ait uygulama hali olan sünnetiyle, artık daha sonra gelen ümmetinin de artık zorluk çekmeden dinini yaşamasının yolları ümmetin önüne koyulmuştur.

Dinini hayat edinmek isteyenler; başkasının neler dediğine göre değil sadece rabbinin ve elçisinin gösterdiği şekil ve anlayışla dini kendilerine bir hayat tarzı haline getirebilirler.

Peygamberimizin vefatından sonra ortaya çıkmış bir takım farklı bakış açıları; İslam’ı kendine hayat tarzı haline getirmek isteyenler için çözümsüz bir durum değil, tam tersine dini yaşamanın kolaylaştırılmasına yönelik bir katkıda bulunacaktır.

Dinini yaşamak isteyenlerin farklı bakış açılarını yine rabbini emrine uymak için görmesiyle, sonrasında siyasi veya mezhepsel bir takım farklılıklar yoluyla kendini iktidara taşımak, dünyalık elde etmek adına kullanmaya kalkıştığında da, bunun bir kolaylık sebebi değil tam tersine kendi çıkarları için her şeyi kullanmaktan ve arkasından da tüketmekten geri durmayan insanın çıkmaz sokağa kendisiyle birlikte başkalarını da sokmaya çalışmasından öte bir şey değildir.

Rabbimizin sürekli ve kalıcı ilişki kurmak için kendisine kul olmak isteyenlere yol göstermiş olması, rabbimiz tarafından bakılınca bir rahmet, vahiyle ilgilenenler için de bir rahmete kavuşma hali oluşturur.

Rabbimizin kitap ve elçi göndermekle meydana getirdiği rahmet sofrasından ancak dileyenler faydalanabileceklerdir.

Sofranın varlığından haberdar olduğu halde sofraya yanaşmayanlar, ellerini sofraya uzatmayanlar sadece varlığını kabul etmekle kendi ihtiyaçlarını gideremeyeceklerdir. Sofranın varlığını söylemek nasıl açlığın giderilmesine katkısı bulunan bir durum değilse, rabbinin rahmetinden yararlanmak yerine başka sofralar aramaya başlayanlar, daha çok kendi elleriyle kendilerine zulüm halini alan bir durum olacaktır.

Rabbimizin gönderdiği dinden başka bir din aramak veya onun rahmetinden başka bir rahmet aramak, başka beşeri ideolojilere uygun bir hayat sürmeyi kendince bir ayrıcalık kabul etmek, ancak gördüğü halde körlüğünü fark etmeyen bir insanın durumuna sokmuş olacaktır.

Görmesi gerekeni görmeyip, görmemesi hatta bakmaması gereken şeylere bakarak hayatını onlara göre tanzim etmesi; insanın bilerek, isteyerek tercihini sapkınlıktan yana yapmasından başka bir şey olmayacaktır.

İslam; insanın umutsuz olmamasını bir gün gerçekleri arayan insan olursa mutlaka gerçekleri anlayacak akla ve bunları kabul edecek bir kalbe sahip olacağını bizlere göstermiştir.

İslam’ın dikkatlice götürmemizi istediği, Kuran’la ilişkisi daha sonra iman edenler tarafından sürekli hale getirilmesi gereken bir konumdadır. Bu sebeple iman edenlerin elçinin yolunu takip ederek vahiyle her gün düzenli, disiplinli bir ilişki kurmalarını emretmiştir.

Peygamberimizin Kuran dışında bir şey tebliğ etmediği herkesin malumudur.

Kuran’ı bizlere ulaştıran rabbimiz; peygamberimnizn tavrını örnek almamızı isteyerek Kuran’la olan bağlantımızın peygamberimizin pratiği içinde ele alınmasını ve insani bir tavır olarak Kuran’ı okuyarak yapılan sık bir tekrarlamanın, zaman içinde hayat prensipleri haline gelmesini istemiştir.

Peygamberimizin kendi dilinden indirilmiş bir vahyi anlaması, algılaması ve hayat haline getirmesinde bir sıkıntı olmamasından dolayı; bizim gibi farklı dillere sahip olanların kitapla ilişkilerini, ancak kendi dillerine yapılan tercüme ve tefsirlerle algılamaları mümkündür.

Kuran’ı anlatan kitaplar insan sözü karıştığı için ona ait bir takım bölümlerini eksik veya gözden kaçırmış olabilirler. Bu sebeple vahyin gönderildiği şekle en yakın haliyle anlamak ve tefsirlerinden de yararlanarak kitabın daha güzel anlaşılmasıyla bezenen, inşa edilen bir hayatın yaşanması mümkün olabilecektir.

Her şeyi düzene koyan rabbimiz, kendisiyle ilişkilerimizde kendi fıtratımızı da bilen olduğu için elçisine gecenin bir bölümünde kalkıp Kuran’ı yavaş yavaş okumasını emretmiştir.

Terti;l kavramı bu anlamda yavaş yavaş ama anlayarak okumaya işaret eden bir niteliktedir.

Anlamadan hızlı okumak insanı sorumluluklarıyla karşı karşıya getirmezken, anlayarak yavaş yavaş içimize sindirerek, kalbimizi mutmain kılarak okumak bu anlamda asıl iletişim kanallarının iki taraflı açık olması ve rabbimizin yardımına da  hazır hale gelebilmek bakımından önemlidir.

Tertil kavramından uzak kalarak okunan ve anlaşılmayan kitap, yıllardır okunmaya devam edildiği halde hayat tarzı olarak Kuran’ın merkezinde bulunduğu bir düzenlemeye uygun ömür geçirilememektedir.

Bunun sorumlusu başka düşünce tarzlarıdır diyerek, kendimizin Kuran’a ait sorumluluklarını göz ardı etmek hiç kimseye kar sağlamayacaktır.

Bu sebeple okunan Kuran’ın gece vaktinde olması, huzurun ve Sekine’tin inmesi, işte ancak böyle fiziksel ve ruhsal dinginliğin bulunduğu bir durumda olduğunda ertesi gün ilişkilerinize yansıyacak bir hal alacaktır.

Gece okunan kuran gündüz hayatınıza yön verecektir. Hele bir de anlaşılmadan okunuyorsa Kuran’ın hayatınıza yön vermesini bekleyerek sanki bir sihirli değneğin sizin hayatınız İslamileştirmesini bekleme hakkına sahip olamazsınız.

Siz elinizi rabbinizin rahmet kapısı olan Kuran’a uzatırsanız ancak fayda temin edebilir.

Susayan insan suya elini uzatırsa, su ona gönül ferahlığı verir. Oturduğunuz yerde suyun gelip ağzınıza girmesini bekleyen bir illüzyon görmeye çalışırsanız bu kendiniz kandırmaktan başka bir şey olmayacaktır.

İslam bu anlamda gerçek hayatın dinidir. sanalın vereceği mutlulukların geçici olduğunu bilen mümin sanal zevklerin, sanal güçlerin peşinde olmayıp; her şeyi yaratan rabbinin gönderdiği kitabın ve sünnetin izinde olmayı kendine ayrıcalık kabul edecektir.

Geceleyin kalkan ve hayatının kitabını tekrar eden bir peygambere ümmet olmak bu noktada iman ettiği elçinin yolundan gitmekle mümkündür.

Elçiyi sevdiğini söyleyenlerin; hayatlarını geceleyin kalkmak, namazı kılıp kitabı anlaya anlaya okumak olması gerekir. Yoksa yaptıklarını yapmadan peygamber sevgisinden bahsederek bir yere varılamayacağını da anlaması gerekir.

Rabbimiz vahyini bizlere yol gösterici olarak göndermiştir. Elçisini de bu kitabın elçisi ve uygulayarak örnek bir şahsiyetin nasıl olması gerektiğine dair bilgi veren örnek insan olarak gönderdi. Bu noktada müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilen elçinin müjdeledikleri de, uyardıkları da ancak gece yarısı kalkıp okuduğu kitaba uygun olana, kitaptan olan ve fıtrata uygunluğuyla yaşanabilir olan bir dinden başkası değildir.

Yaşanabilir olması sanalda olmayıp; hayatın içinde bizzat örnekleri bolca bulunan nitelikteki bir yaşam tarzıdır.

Peygamberimiz bir şeye davet ederken, davet ettiğini, uygulamadan ve sonuçlarını da bizlere göstermeden sadece söz söyleyen bir bilge konumunda olmamıştır.

Kendi yapmadığını bir başkasından istemeyecek, eksikleri gördüğünde düzeltmeyi kendisine görev bilecek elçidir.

Bu noktada elçiyi anlamak ancak onun tebliğ ettiği kitabı ve onun uygulaması olan sünneti anlamakla mümkündür.

Kuran bu noktada her mümin; elçinin yaptığı gibi başucu ve başvuru kitabı olmak zorundadır.

Mümin hangi problemle karşılaşsa hemen yapacağı ilk işin bu konuda rabbim hangi sorumluluğu yüklemişti ve elçisi bu problemi çözmek için nasıl bir yol izlemişti şeklinde bir yaklaşım olacaktır.

Yoksa açılıp yüzüne bakılmayan, düzgün okunulmayan, düzgün anlaşılması için gayret gösterilmeyen bir kitabın sonsuza değin mutlu kalınacak bir hayatı bizlere sunması mümkün değildir.

Spor yapar mısınız? diye sorulan bir soruya sadece falanca futbol kulübüne üye olduğunu söyleyerek cevap vermek nasıl anlamsız, absürd ise; Müslüman mısın sorusuna cami derneğine üyeyim diyerek cevap vermeye kalkışmakta bu kadar basit ve ahmakça bir cevap olacaktır.

İbadetlerini yapmaktan uzak kalanların ne yaparlarsa yapsınlar bir takım cemiyetlere, cemaatlere, meşreplere veya mezheplere üyeliklerle kendi kimliklerini açıklamaya kalkışmaları anlamsız ve saçma olacaktır.

Kuran; indirilirken apaçık olan ve insanın ancak elini uzatmakla başlayan bir ilişki içinde bölüm bölüm ve yavaş yavaş anlamaya çalışmanın önemli bir yöntem olacağını da anlamak gerekir.

Kuran’da bölümlerin olması anlaşılmasını kolaylaştırdığı halde; bölümlerden bile haberdar olmayanların bölüm bölüm anlamak ve bölüm bölüm hayatına Allah’ın emrettiklerini katarak değişimin yarışçısı olması gerekirken; uzak kalanların değişmekten uzak kalarak atalarının yolunu takip etmeyi cennete götürecek bir eylem olarak görmeleri de kendi akıllarını kullanamayarak kendilerini kandıran varlıkların durumuna düşürecektir.

Bölüm bölüm indirilen Kuran’ı tedrici bir üslupla, hayatımıza safha safha sokmasını beceremezsek; gönlümüze inzalini bölüm bölüm indiremez ve hayatımızda etkin hale getirmezsek, gönderilen Kuran’a inandığımızı söylemek asla bizi kıyametteki hesabımızdan kurtarmayacaktır.

Rabbimizin hatırlatması da şöyledir;

“ VE BİZ bu (vahyi) değişmeyen gerçeğe işaret olarak indirdik ve o da (sana, ey Peygamber) hak olarak ulaştı; çünkü Biz seni yalnızca bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik;”

“ ve ayrıca onu, insanlara yavaş yavaş okuyasın diye bir Kuran, temel bir okuma metni olarak bölüm bölüm açıkladık, ayet ayet indirdik.” (İsra 17/105-106)

Rabbimiz gönderdiğine ait olmak üzere elçisine bir sorumluluk yüklemiş ve sonrasında kendisine sıkıntı vermeyecek ölçüde bir orta yol tutturmasını dileyerek sadece tebliğle yükümlülük olduğunun farkına varılmasını istemektedir.

Görmek istemeyene nasıl göstermek zorla dahi olsa mümkün değilse; rabbimiz insanın sonuçlarını düşünerek davranmasını istemiştir. Allah en iyi hesap gören olmasından dolayı tebliğ edenin sıkıntı çekmesi yerine; tebliğ edilenin işittiklerinden dolayı sıkıntıya düşecek bir sorumluluk içinde olmasını istemiştir.

Rabbimiz vahye sarılanın kurtulacağını ve bunun sarılana şeref kazandıracağını açıkça ifade ederken; iman edenlerin asıl görevlerinin Kuran’a sımsıkı sarılmak olduğunu ve onun hükmüne uygun olarak hayatı yaşamanın tek kurtuluş olacağını bilmemizi isteyerek bunu şu şekilde ifade etmiştir.

“ SEN (ey Muhammed,) sağıra işittirebilir misin, yahut köre doğru yolu gösterebilir misin, ya da sapkınlığa gömülmüş olana?”

“ Biz (mesajın hakim duruma geçmeden önce) seni (onların) elinden alsak da (almasak da) mutlaka onlardan öcümüzü alırız:”

“ ve onlara vaad ettiğimiz şeyi yerine getirdiğimizi (bu dünyada) sana göstersek de (göstermesek de) -onlar üzerinde kesin bir otoriteye sahibiz!”

“ Öyleyse sana vahyedilmiş olan her şeye sımsıkı sarıl: çünkü sen dosdoğru bir yoldasın”

“ ve bu (vahiy) şüphesiz senin ve halkın için bir şeref ve itibar (kaynağı) olacaktır: ama zamanı gelince hepiniz (ona karşı tutumunuzdan dolayı) hesaba çekileceksiniz. “ (Zuhruf 43/40-42)