Müslümanların sıkıntı ve problemlerini çözme konusunda başarısız olmaları, farklı cemaat ve gruplara ayrılmalarının temel nedenlerinin başında şu sorun yatmaktadır.Kur’an’ı ve Hz. Peygamberin vahiy almaya başladıktan sonraki hayatı boyunca yaptığı uygulamaları olan Sünnetini hayatlarında güncelleyememeleriproblemi gelmektedir. Kur’an’ın pratik hayata yansıması olan ‘Sünnet’in Müslümanlar nezdinde farklı tanımlarının yapılmış olması temel iki kaynağın güncellenmesini de güçleştirmiştir.

Kur’an ve Sünnet, İslamı anlamada madalyonun iki yüzü gibidir. Birini diğerinden ayırt etmek imkânsızdır.Bunun en önemli delili Kur’an’da pek çok ayette Hz. Peygamberin örnekliğine yapılmış olan vurgudur. Bunlardan birini diğerine tercih etmek; iman- amel bütünlüğünün kopartılması gibi bir şeydir. Müslümanlar için bu konuda tarihsel süreçte ortaya çıkmış değişik cemaat ve gruplar çok iyi bir bilgi birikimi ve deneyimdir.İman- amel bütünlüğünün kopartılması nasıl Müslümanları zayıf düşürmüş, çok basite indirgenen bir İslam anlayışı ortaya çıkarmışsa benzer problem Kur’an ve Sünnetin birbirinden ayırt edilmesi sonucu da yaşanmaktadır.

Kimi zaman ‘bizesadece Kur’an yeter’ diyerek geride kalan herşeyi silip süpürüp reddeden bir anlayışla, kimi zaman da ‘işe hadisle başlamak gerek’ diyerek bir başka anlayışla karşılaşmaktayız. Ayrıca İslam tarihinde gelenek ve rivayet kültürünün oluşturduğu bir başka bilgi kaynağı daha ortaya çıkmıştır. Buna göre‘bizler kim oluyoruz da Kur’an’ı anlayabilelim.Bizim gibi sıradan, süfli varlıklar Kur’an’ı anlayamazlar ki, yüce kitabı anlamak öyle basit değil ki, bu yüzden bu konuda yazılmış kitapları okuyup dinimizi yaşayabiliriz.İnsanların hidayete ermeleri için bir mürşit lazım, bir şeyh efendinin mürşitliği olmadan doğru yolu bulmak imkânsız…’ diyerek zihinlerde tembellik oluştuğu her halinden belli olan bir anlayışla karşı karşıyayız.Açıkçası bu görüşler Müslümanların sıkıntılarını çözümleyecek, onlara rehberlik edecek, Müslümanlar üzerine oynanan oyunlara cevap verecek, batı uygarlığı karşısında düşülen ezikliği ortadan kaldıracak, çözüm yolları üretecek… değildir.

Bu durum Müslümanların kendi kutsallarına karşı ‘bilinçli’ ya da ‘bilinçsiz’önyargılı olduklarının açık karşılığıdır. Şu örneği biraz düşünelim. Yahudiliği öğrenmek isteyen biri hiç şüphesiz işe Tevrat’ı okuyarak başlamalıdır. Aynı durum Hristiyanlık içinde geçerlidir. Bu dini öğrenmek isteyen kişi de hiç şüphesiz ki İncil okur. Diğer dinlerin durumu da aynıdır. Hangi din öğrenilmek isteniyorsa o dinin kutsal kitabından başlanılır. Eğer o dinde söz sahibi olmuş birilerinin kitabı okunarak başlanılırsa bakış açısı kitabın yazarının baktığı yerden olur. İslam için de aynı durum söz konusudur.İslamı anlamak isteyen biri ilk olarak Kur’an’dan başlamalıdır. Kişinin düşünce dünyası ilk olarak vahye dayalı olması gerekir. Öncelikli olarak vahyin inşa ettiği akıl oluşmalıdır. Çünkü insanın en önemli özelliği taşıdığı aklıdır. Bu konuda kendisine yardım edecek avantajı da vardır. Bu da Hz. Peygamberin hayatıdır. Hz. Peygamber Kur’an’ı ilk olarak hayatında uygulayan kişidir. Kişi Hz. Peygamberin uygulamalarına bakarak karşılaştığı sıkıntılaravahiysel bir çerçeveden çözüm üretebilir. Çünkü peygamber Kur’an’ın diliyle (Ahzab suresi 21. Ayet)“üsve-i hasene” (en güzel örnek insan)dır.

Dünyanın her yerindeki cemaat ve değişik grupların temel söylemi Müslümanların sıkıntılarını çözmeye Kur’an ve Sünnet eksenli bakışları olduğudur.Ne var ki bu bakış açıları Müslümanları birleştirici olması gerekirken nedense ayrıştırıcı olmaktadır. O zaman problem nereden kaynaklanmaktadır?

               

 

Kanaatime göre temel iki kaynağımızı güncelleyememekten kaynaklanmaktadır. Güncelleme nasıl olmalıdır? Bu soruya bir cevap vermek gerekirse Kur’an’ı şimdi iniyormuş gibi anlayarak okumakla başlamak olmalıdır.

Şu örnek bakış açısı Müslümanların problemlerini çözmeye yardımcı olacağını düşünüyorum. Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşanmış olan Sıffin savaşı esnasında savaşı kaybedeceğini anlayan Muaviye, Amr b. As’ın teklifiyle hileye başvurarak askerlerine mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını geçirmelerini ister. Ve onları bu şekilde savaş meydanına gönderir. ‘Kur’an’a karşı savaş olmaz’ diyerek Hz. Ali taraftarları savaşı durdururlar. Savaşın galip ya da mağlubuna oluşturulacak Hakem heyeti karar verecektir. ‘Biz Allah’ın kitabı elimizdeyken bir insanın yaptığı hakemliği kabul etmeyiz’ diyerek Hz. Alinin yanından bir grup Müslüman hakem heyetine tepki göstererek ayrılır. Bunlara Hariciler denir. Sıffin savaşı kısaca bu şekilde olmuştur. Ancak bizim için savaşın sonunda yaşananlar önemlidir.

Sıffin savaşı sonrası70.000 insan kaybınınhem toplumsal hem de bireysel alanda yol açtığı psikolojik çöküntüye çözüm üretme ve ayrılıp giden Haricilerin oluşturduğu sıkıntıları giderme hususunda Hz. Ali’nin işinin zor olduğu ortadadır.Günümüzde Müslümanlar Sıffin savaşı üzerine konuşmak istemezler. Bu savaş hatırlatıldığı zaman örtbas etme yoluna giderek ‘onlar bu işe kılıçlarını bulaştırdı, bari bizler dillerimizi bulaştırmayalım’ diyerek konuyu kapatırlar. Aslında bu tür olayları iyi analiz edersek günümüzde Müslümanlar arasında yaşanan pek çok problem çözülür. Müslümanların birbiriyle savaşmalarının önüne geçilmiş olur. Çünkü ortada yaşanmış bir vakıa vardır. Bu bir tecrübedir ve bundan yararlanılması gerekmektedir. Bu durum ileride ortaya çıkabilecek olan olumsuz bir atmosferin daha çıkmadan dağılması için önümüzde duran bir örnektir.

Savaşın bitmesiyle olaylar durulmamış Harici mantığı Müslümanlar arasında sert bir kırılma yaşanmasına sebep olmuştur. İşte bu esnada Haricileri kazanmak isteyen Hz. Ali, bir gün kendileriyle bir konu üzerinde görüşme yapmak üzere İbn Abbas’ı gönderir ve şu tavsiyede bulunur. “ Onlarla tartışırken sakın haklılığını ispat etmek için Kur’an’dan ayetleri delil olarak getirme, eğer getirirsen unutma ki onlarda başka ayetleri getirirler. Ortalıkta ayetler gidip gelmeye başlar. Bunun sonucunda şu ortaya çıkar. İnsanların kafalarında var olan düşüncelere Kur’an alet olur. İnsanlar düşüncelerini Kur’an’dan delil bularak Kur’an’a onaylatmaya çalışırlar. Bu görüşme ve tartışmalarda yapılan yanlışlardandır. Onlara falanca yerde Hz. Peygamberin yaptığı uygulamayı hatırlat. O zaman seninle tartışmazlar. Çünkü Hz. Peygamberin uygulaması Kur’an’ın pratik hayattaki karşılığıdır.”

Amacımız son cümlede ifade edilmeye çalışılan Kur’an’ın pratik hayattaki karşılığı olan ve Kur’an’ın ilk tefsirini hayatındaki uygulamalarıyla bizlere örnek olarakyapan Hz. Peygamberin rehberliği olmalıdır.