“ SİZ EY imana ermiş olanlar! (Kesin hukukî kurallar şeklinde) açıklandığı taktirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın; zira, Kuran vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size (hukukî kurallar şeklinde) açıklanabilirlerdi. Allah, bu konuda (sizi her türlü yükümlülükten) azat etmiştir: Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir.”

“ Sizden önceki insanlar da böyle sorular sormuş ve sonuçta hakikati inkara varmışlardı.”(Maide 5/101-102)

İnsanın; cahil, cesur ve aceleci olması onun yanlış yapabilme ihtimalini her zaman güçlendirmiştir.

Normal zamanda aklını kullansa düşmeyeceği yanlışlara, maalesef acele etmesi ve cehaleti sebebiyle çok daha çabuk yanlışa düşürmüş ve yaptığı yanlışlıkları savunmak içinde artık aklına o anda gelen her türlü seçeneği değerlendirerek, kendini savunma adına onulmaz yaraların açılmasını sağlamıştır.

İnsanoğlu; kendisine Allah’a kulluğunu yaparken cehaleti ortadan kaldıracak bir tedbir olarak vahyin ve elçinin yol göstericiliğini donanım olarak alıp hayatında uygulaması gerekirken, maalesef cehaletle savaşmak adına Kuran’dan uzak bir hayat yaşamayı tercih etmiştir.

Kuran’a rağmen cehaletle savaş adına cahil kalmak; sadece ve sadece modernizm denilen hastalıklı dünya görüşünün bir eseri olarak hayatımıza girmiştir.

Cehalet öncelikle temel oluşturması gereken bilginin yerini, anlamsız veya yanlış şeylerle doldurmaktan dolayı; üzerine kurulacak binanın da temellerinin kötü olmasından dolayı yaşanması mümkün olmayan bataklık medeniyetlerinin kurularak, soysuzlaşmayı ve ahlaki kokuşmayı dünyanın her tarafına yaymayı planlamaktadırlar.

Cehaletin yerini bilginin alabilmesi, öncelikle temizlenmiş akıl sahiplerinin kendilerini yaşadıkları döneme veya geçmişe ait kirlerden temizlenmesiyle işe başlayıp; sonrasında Kuran’ın teklif ettiği hayat tarzına ait esasları, peygamberimiz Hz. Muhammed örnekliğiyle hayata aktarmakla, bilgiye ait yeri de Allah’ın bilgilendirmesiyle doldurarak hayata bu pencereden bakabilmeyi gerektirmektedir.

Kuran’dan önce alınan tüm bilgilerin doğruların yerine konulması sebebiyle, kendisinden sonraki tüm bilgiler o ilk bilgilere göre değerlendirilmiş ve uymayanlar atılarak bilginin denetlemesi sadece kısıtlı insan aklının vasıtasıyla yapılmıştır.

İnsan akılının kısıtlı halini bir sınır olarak kabul eden iman etmiş insan; ğayb’a iman etmekle başlayan Allah’ın ilmine teslim olma halini, onun teklifi ve elçisinin uygulamasıyla en süt düzeyde yaşayarak, asıl İslam’a uygun bir medeniyetin ve algının kurucusu olmayı da yakalamış olacaklardır.

Peygamberimizin beş temel üzerine kurulduğunu söylediği İslam, hayat tarzı olarak bu temeller üzerine algının ve tüm ilişkilerin yükseltilerek, Allah isminin yüceltilmesini iman edenlerden istemektedir.

Algıların ve hayatın İslam’a göre olması; dünyayı ahiretin hazırlık safhası olarak gören müminin yaptığı her işten ve nimetten hesap vereceği bilinciyle geçirilmesini öğretecektir. Asıl hayatın öldükten sonra kesintisiz ve vazgeçilemeyecek kadar hak edilenin bulunacağı bir hayat olacağı bilinciyle, Allah’ın dininin yüceltilmesini kendine dert ve dava edinen insanlar konumunda yaşamayı bizlere öğretecektir.

Kuran’ın bilgi kaynağının ilki olmakla, kendisinden bilgi edinmek isteyenlerin de bilgiye ait yaklaşımlarında samimi olmalarını ve bir bilgiyi bilmek için değil ama iman etmenin bir sonucu olarak mutlaka amel etmek için öğrenmenin anlamlı olacağı hepimizin malumudur.

Bilmek; bilinenle amel etmekle ancak gerçek değerini bulacaktır.

Bilinenlerin amel edilmekten uzak olması, bilginin ortaya çıkaracağı rehavetle, tembelliğe veya bilgelik taslayarak; bilmenin felsefesini yapıp davranışları ve hayatı düzenleyecek etkin bilgi haline sokulmamasına sebep olacaktır.

Bilginin hayata aktarılabilir nitelikte olması için; insanın yaratılışına, fıtratına ve inandıklarının uygulanabilirliğine ait imkânların bulunması gerektirmektedir.

Bilinen şeylerin hayal mahsulü ve uygulanabilir olmaktan uzak oluşu, bilginin ortaya çıkaracağı şişkinlikle konuşan ama bir türlü hayata aktaramayan insanların bolluğunu ve konformist yaklaşımlarını artırarak problemlere çözüm olan değil ama problemlere kaynaklık teşkil edecek bir niteliğe bürünmesine sebep olacaktır.

Bu sebeple Kuran’ın bilgi kaynağı olmasına dair düşüncesi olanlar, Kuran’a soru sormasını bilen ve alacakları cevapları İsrail oğulları gibi dönüştürmeye ve yamultmaya kalkışarak rahatlarının kaçmaması için çaba sarf eden bir topluluk olmamaya dikkat etmek zorundadırlar.

Kuran’a soru sormak; hayata bakışınızdaki, ufkunuzdaki genişlikle ilintili ve alacağınız cevabında bu seviyede nitelikli ve mutmainlik oluşturacak yeterlilikte olmasını bir sonuç olarak karşımıza çıkaracaktır.

Sadece bilgiçlik taslamak için veya gündem oluşturmak için sorulan sorulardan alınan cevaplar karşısında hakperestçe davranarak sonuca tabi olmak yerine, hala daha benim keyfime uymuyor diyerek kabul etmemeye yanaşmak; adaletsizliği ve sonrasında bir gün arandığında adaletin bulunmamasını temin edecektir.

Cevapların hoşuna gitmesine göre Kuran’a teslim oluş; rabbimizin istediği bir teslim oluş meydana gelmeyecektir. Zaten rabbimiz; teslim olanların teslimiyetini değerlendirip teslim olmayı beceremeyenlerin, ölümle teslim alınmalarından sonra iman ettik denilenlere değer vermeyeceğini açıkça söylemektedir.

İman zorla kabul ettirilmeyeceği gibi, iman edenlerinde zorla imanlarından vazgeçirilmesinin imkânsızlığı pek çok ayette açıkça ifade edilmektedir. Böyle olduğunu tarih boyunca İslam’ın gittiği coğrafyalarda kimsenin dilini ve dinini değiştirmesi için baskı yapmamasından anlamak mümkündür.

Soru sormanın önemi kadar alınan cevabında önemini fark eden inanmış insan; artık sonuçların da tercihin Allah(c.c) tarafından belirlenenden yana olması konusunda bir temayülü de gösterebilmelidir.

Her şey ortada olduğu halde tercihini İslam’a karşı yapmış olanların; İslam’dan inanmış insanları soğutmak için uydurdukları bahanelere aldanarak tercihlerini değiştirmeleri bir bilinçsizlik örnekliğinde anlaşılarak, insanın düşeceği çukurdan kendini kurtarabilmesinin zorluğunu ve yine kendi elleriyle kazdığı kuyuya düşen insanın halinin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

Kuran’a soru sorarken; inanmamak üzere soranlarla, inanmak ve hayatında uygulamak için soranların mutlaka bir farkı olacaktır.

Temelindeki niyet ancak algılananlardan ne kadar beklenen fayda ortaya çıkaracağını da sonuçlarından bizlere öğretmiş olacaktır.

Sonuçları açıklandığında dünyadaki mahkemelerde temyize götürmekle bir kurtuluş umudu besleyen insanoğlu, Allah(c.c) tarafından verilen hükmün temyizinin mümkün olamayacağını öncelikle kavraması gerekir.

Rabbiyle ilişkilerinde sıkıntıya düştüğünde iyi ilişkiler içinde olmaya özen gösterenleri;, rahat oldukları dönemlerde azgınlaşarak, kimsenin kendisine hesap soramayacağını düşünmeleri ,zaman içinde şımarıklığa ve tağutlaşarak şeytanın oyuncağı haline dönüşmelerine sebep olmuştur.tarih bunun örnekleriyle doludur.

İnsanların bu sebeple kendilerini güçlü hissettikleri veya güçlerini bir başka güçlü kabul ettikleri şeye dayandırarak, kendilerine kimlik bulmaya kalkışmaları söz konusudur. Bunun sonrasında acziyetini fark etmeyen insanın, aciz durumda kullanılmak üzere hazırladığı acil ilk yardım çantası hükmünde tutmaya çalıştığı bir duası ve kitabıyla baş başa kalarak; rabbiyle ilişkiye geçmeye kalkışsa da artık bu imanın ve ilişkinin bir sonuç ortaya çıkarması mümkün olmayacaktır.

Sorulan soruların bu sebeple temizlenmiş akılla sorulmasıyla, kirletilmiş akılla sorulanları arasında hem tarz olarak hem de üslup olarak bir farklılığın ortaya çıkmasını da sağlayacaktır.

Algısını, anlayışını ve hayat tarzını tersten işletenle, fıtrata uygun olarak işletenlerin varacaklarını sonuçların farklı oluşu, kitabın ve elçinin terbiyesinden geçmiş huzurlu kalplerin kazançlı çıkacakları bir sonucu karşımıza çıkaracaktır.

Huzur dediğimiz şeyin kalbin mutmain olmasıyla alakası var olduğundan; kalbin tasdik etmediği şeyler şeytan ve dostlarının büyük teveccühüne mazhar olurken, kalbin tasdik edemeyeceği ve fıtrata ters tüm anlayış ve uygulamalar ahlaki kokuşmaya ve kimlik bunalımlarının tezahürüne imkân tanıyacaktır.

Kendisini uyaran kitap ve elçiyle kavga etmeye kalkışanlar; doktorun verdiği ilacı kendi bilgilerine göre almaktan kaçan bir hastanın, sonrasında kurtulamadığı hastalıktan dolayı başkasını veya doktoru sorumlu tutmaya kalkışması, bir saptırma örnekliğiyle tarih içinde yerini mutlaka bulacaktır.

Doktor için tavsiye dışında hiçbir zorlayıcılığının bulunmadığı hastanın kendi burnunun doğrusuna giderek; kendini haklı ama doktoru haksız görmesi, sonuçları itibariyle doktoru değil daha çok hastayı ilgilendirecektir.

Sağlığına kavuşmakla kendisine öncelikle fayda sağlayacak hastanın; sanki doktoru iyileştirecekmiş gibi bir pozisyonda kendini tutmaya çalışması saflıktan başka bir şey değildir. Hasta ile doktorun yerini kendi kafasında değiştirmeye çalışanlar adaletsiz ve içinde çıkılması mümkün olmayan sıkıntıların oluşmasına katkıda bulunacaklardır.

Hastanın hastalığı ortadan kaldırmaya yönelik talebine karşın verilen ilaçları ve tavsiyeleri tutmaması;
 kendisinden başkasının zarar görmeyeceği bir ilişkinin öznesi olmak varken, nesnesi haline kendi elleriyle dönüştürülmesine sebep olacaktır.

Elçilerinde asıl görevleri tebliğ etmeye dairdir. Yoksa zorla hastalığının geçmesi için birey ve toplumlara baskı yapmak değildir. Rabbimiz şöylece hatırlatır bu durumu;

“ bir de, bu Kuran'ı (insanlara) okuyup ulaştırmakla." Bundan sonra artık kim ki, doğru yolu tutarsa, o yolu kendi iyiliği için tutmuş olacaktır; ve kim de yoldan saparsa, (böylelerine) de ki: "Ben yalnızca bir uyarıcıyım!"(Neml 27/92)

Kendine göre konuları ve soruları seçen insanların, alınacak cevapları da seçmeye kalkışması bir mahkemede hem savcı hem de hâkim rolü oynamaya kalkışmasıdır ki; bundan da sadece zulüm ortaya çıkacaktır.

Gerçekleri tespit etmeyi bile kendi ölçülerine göre ayarlamaya çalışanların; yeryüzünde çifte standartlar getirerek hangi zulümleri yaptıklarını görmek için, dünyanın kan dökülen ve insanlık dışı sömürülen coğrafyalarında, hâkim güçlerin kimler olduğuna dikkatle bakmaları zalimlerin de hangi anlayışın eseri olarak ortaya çıktıklarını bizlere göstermesi bakımından önemlidir.

Unutulmaması gereken en önemli nokta; hangi şartlar veya imkânlar içinde olunursa olunsun, ölüm mutlaka tüm canlıları bir gün yakalayarak, hesabın sorulacağı vaktin gelmesi için koşar adım gitmelerini, kiminin hüsrana, kiminin de sevince boğulmasına sebep oluverecektir. Rabbimiz şöyle buyurur;

 

“ VE (SEN, ey Peygamber) hangi koşullarda olursan ol, bu (ilahî kitaptan) okunacak hangi konuyu dile getirirsen getir ve (siz ey insanlar) hangi işi yaparsanız yapın, (unutmayın ki) siz bu işlere giriştiğiniz an(dan itibaren) Biz üzerinizde gözlemci bulunuyoruz: çünkü ne yerde, ne de gökte tartıya gelmeyecek kadar küçük şeyler bile senin Rabbinin bilgisinden kaçamaz; ne bundan daha da küçüğü, ne de bundan büyüğü yoktur ki (O'nun) apaçık takdirinde kaydedilmiş olmasın.”(Yunus 10/61)

Bütün bu sebepler; insanın kendisine gelmesi için ayrıca belge ve bilgi arayarak kendisini aldatacak roller üstlenmemesi için yeterli imkânlar ölçüsünde, hayatın içinde Allah’ın dini için mücadele etmeyi öğretecektir.

Kuran Allah(c.c) tarafından konulan ilkelerin bütününü ifade ettiği için, kabul etmeye yanaşmayanlar da kendileri elleriyle ya sapıtan veya doğru yolu bulmaya aday olanlar sınıfında kalmaları mümkün olacaktır.Rabbimizin hatırlatması bu anlamda çok önemlidir..Bakın rabbimiz ne buyurur;

“(EY İNANAN KİŞİ,) apaçık bir üslupla bu Kuran'ı sana vaz'eden (Allah), şüphe yok ki, seni (ölümden sonra) yeni bir hayata döndürecektir. (Hakkı kabule yanaşmayanlara) de ki: "Kimin doğru yolda yürüdüğünü ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilen Rabbimdir!"(Kasas 28/85)

Kuran insan huzurun kaynağında Allah’ı ve onun gönderdiği hayat tarzının olduğunu bizlere öğreterek, Kuran’ın sunduğu hayat teklifi dışındaki tüm hayat tarzlarını reddetmeyi bir gereklilik olarak bizlere sorumluluk halinde yüklemiştir.

Kuran’a ulaşan her insan iyi niyetli olarak okumaya ve anlamaya başlayarak; huzurun içini doldurduğunu hissetmekle teslimiyetini de İslam’ı hayat tarzı olarak kendine ideal ölçü edinmekle bulacaktır.

Kuran bu sebeple müminlerin heyecan ve şevk kaynağı olurken, iman etmeyenlerin de kimyasını bozarak sorumluluklarını hatırlatmanın bir tebliğ usulü olmasını sağlayacaktır.

Rabbimizin kitabı çok yalın, algılanabilir ve inanmakla başlayan hayatın Kuran’ı okumak, anlamak ve yaşantı haline getirilmesiyle Allah(c.c) karşısında her zaman acizliğini fark ederek; kulluğun şeref olmasını bilmeye yöneltecektir. rabbimiz verilen nimetlerin farkına varmayı ve sadece Allaha kul olmayı bilmesini istemiştir.şöyle buyurur rabbimiz;
“BİZ, işte böyle böyle, Kuran'dan müminler için (ruhen) sağaltıcı, rahmet bahşedici olan ve zalimlerin de yalnızca yıkımını artıran şeyler indiriyoruz:”

“ çünkü, Biz insana ne zaman nimet bahşetsek yüz çevirir, (Bizi düşünmekten) küstahça yan çizer; ve kendisine bir kötülük, bir darlık dokunsa hemen mutsuzluğa düşer.”(İsra 17/82-83)

“ SİZ EY imana ermiş olanlar! (Kesin hukukî kurallar şeklinde) açıklandığı taktirde sizi sıkıntıya sokabilecek olan konular hakkında soru sormayın; zira, Kuran vahyedilirken onlar hakkında soru sorsaydınız, size (hukukî kurallar şeklinde) açıklanabilirlerdi. Allah, bu konuda (sizi her türlü yükümlülükten) azat etmiştir: Zira Allah, çok bağışlayıcıdır, halîmdir.”

“ Sizden önceki insanlar da böyle sorular sormuş ve sonuçta hakikati inkara varmışlardı.”(Maide 5/101-102)

İnsanın; cahil, cesur ve aceleci olması onun yanlış yapabilme ihtimalini her zaman güçlendirmiştir.

Normal zamanda aklını kullansa düşmeyeceği yanlışlara, maalesef acele etmesi ve cehaleti sebebiyle çok daha çabuk yanlışa düşürmüş ve yaptığı yanlışlıkları savunmak içinde artık aklına o anda gelen her türlü seçeneği değerlendirerek, kendini savunma adına onulmaz yaraların açılmasını sağlamıştır.

İnsanoğlu; kendisine Allah’a kulluğunu yaparken cehaleti ortadan kaldıracak bir tedbir olarak vahyin ve elçinin yol göstericiliğini donanım olarak alıp hayatında uygulaması gerekirken, maalesef cehaletle savaşmak adına Kuran’dan uzak bir hayat yaşamayı tercih etmiştir.

Kuran’a rağmen cehaletle savaş adına cahil kalmak; sadece ve sadece modernizm denilen hastalıklı dünya görüşünün bir eseri olarak hayatımıza girmiştir.

Cehalet öncelikle temel oluşturması gereken bilginin yerini, anlamsız veya yanlış şeylerle doldurmaktan dolayı; üzerine kurulacak binanın da temellerinin kötü olmasından dolayı yaşanması mümkün olmayan bataklık medeniyetlerinin kurularak, soysuzlaşmayı ve ahlaki kokuşmayı dünyanın her tarafına yaymayı planlamaktadırlar.

Cehaletin yerini bilginin alabilmesi, öncelikle temizlenmiş akıl sahiplerinin kendilerini yaşadıkları döneme veya geçmişe ait kirlerden temizlenmesiyle işe başlayıp; sonrasında Kuran’ın teklif ettiği hayat tarzına ait esasları, peygamberimiz Hz. Muhammed örnekliğiyle hayata aktarmakla, bilgiye ait yeri de Allah’ın bilgilendirmesiyle doldurarak hayata bu pencereden bakabilmeyi gerektirmektedir.

Kuran’dan önce alınan tüm bilgilerin doğruların yerine konulması sebebiyle, kendisinden sonraki tüm bilgiler o ilk bilgilere göre değerlendirilmiş ve uymayanlar atılarak bilginin denetlemesi sadece kısıtlı insan aklının vasıtasıyla yapılmıştır.

İnsan akılının kısıtlı halini bir sınır olarak kabul eden iman etmiş insan; ğayb’a iman etmekle başlayan Allah’ın ilmine teslim olma halini, onun teklifi ve elçisinin uygulamasıyla en süt düzeyde yaşayarak, asıl İslam’a uygun bir medeniyetin ve algının kurucusu olmayı da yakalamış olacaklardır.

Peygamberimizin beş temel üzerine kurulduğunu söylediği İslam, hayat tarzı olarak bu temeller üzerine algının ve tüm ilişkilerin yükseltilerek, Allah isminin yüceltilmesini iman edenlerden istemektedir.

Algıların ve hayatın İslam’a göre olması; dünyayı ahiretin hazırlık safhası olarak gören müminin yaptığı her işten ve nimetten hesap vereceği bilinciyle geçirilmesini öğretecektir. Asıl hayatın öldükten sonra kesintisiz ve vazgeçilemeyecek kadar hak edilenin bulunacağı bir hayat olacağı bilinciyle, Allah’ın dininin yüceltilmesini kendine dert ve dava edinen insanlar konumunda yaşamayı bizlere öğretecektir.

Kuran’ın bilgi kaynağının ilki olmakla, kendisinden bilgi edinmek isteyenlerin de bilgiye ait yaklaşımlarında samimi olmalarını ve bir bilgiyi bilmek için değil ama iman etmenin bir sonucu olarak mutlaka amel etmek için öğrenmenin anlamlı olacağı hepimizin malumudur.

Bilmek; bilinenle amel etmekle ancak gerçek değerini bulacaktır.

Bilinenlerin amel edilmekten uzak olması, bilginin ortaya çıkaracağı rehavetle, tembelliğe veya bilgelik taslayarak; bilmenin felsefesini yapıp davranışları ve hayatı düzenleyecek etkin bilgi haline sokulmamasına sebep olacaktır.

Bilginin hayata aktarılabilir nitelikte olması için; insanın yaratılışına, fıtratına ve inandıklarının uygulanabilirliğine ait imkânların bulunması gerektirmektedir.

Bilinen şeylerin hayal mahsulü ve uygulanabilir olmaktan uzak oluşu, bilginin ortaya çıkaracağı şişkinlikle konuşan ama bir türlü hayata aktaramayan insanların bolluğunu ve konformist yaklaşımlarını artırarak problemlere çözüm olan değil ama problemlere kaynaklık teşkil edecek bir niteliğe bürünmesine sebep olacaktır.

Bu sebeple Kuran’ın bilgi kaynağı olmasına dair düşüncesi olanlar, Kuran’a soru sormasını bilen ve alacakları cevapları İsrail oğulları gibi dönüştürmeye ve yamultmaya kalkışarak rahatlarının kaçmaması için çaba sarf eden bir topluluk olmamaya dikkat etmek zorundadırlar.

Kuran’a soru sormak; hayata bakışınızdaki, ufkunuzdaki genişlikle ilintili ve alacağınız cevabında bu seviyede nitelikli ve mutmainlik oluşturacak yeterlilikte olmasını bir sonuç olarak karşımıza çıkaracaktır.

Sadece bilgiçlik taslamak için veya gündem oluşturmak için sorulan sorulardan alınan cevaplar karşısında hakperestçe davranarak sonuca tabi olmak yerine, hala daha benim keyfime uymuyor diyerek kabul etmemeye yanaşmak; adaletsizliği ve sonrasında bir gün arandığında adaletin bulunmamasını temin edecektir.

Cevapların hoşuna gitmesine göre Kuran’a teslim oluş; rabbimizin istediği bir teslim oluş meydana gelmeyecektir. Zaten rabbimiz; teslim olanların teslimiyetini değerlendirip teslim olmayı beceremeyenlerin, ölümle teslim alınmalarından sonra iman ettik denilenlere değer vermeyeceğini açıkça söylemektedir.

İman zorla kabul ettirilmeyeceği gibi, iman edenlerinde zorla imanlarından vazgeçirilmesinin imkânsızlığı pek çok ayette açıkça ifade edilmektedir. Böyle olduğunu tarih boyunca İslam’ın gittiği coğrafyalarda kimsenin dilini ve dinini değiştirmesi için baskı yapmamasından anlamak mümkündür.

Soru sormanın önemi kadar alınan cevabında önemini fark eden inanmış insan; artık sonuçların da tercihin Allah(c.c) tarafından belirlenenden yana olması konusunda bir temayülü de gösterebilmelidir.

Her şey ortada olduğu halde tercihini İslam’a karşı yapmış olanların; İslam’dan inanmış insanları soğutmak için uydurdukları bahanelere aldanarak tercihlerini değiştirmeleri bir bilinçsizlik örnekliğinde anlaşılarak, insanın düşeceği çukurdan kendini kurtarabilmesinin zorluğunu ve yine kendi elleriyle kazdığı kuyuya düşen insanın halinin anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

Kuran’a soru sorarken; inanmamak üzere soranlarla, inanmak ve hayatında uygulamak için soranların mutlaka bir farkı olacaktır.

Temelindeki niyet ancak algılananlardan ne kadar beklenen fayda ortaya çıkaracağını da sonuçlarından bizlere öğretmiş olacaktır.

Sonuçları açıklandığında dünyadaki mahkemelerde temyize götürmekle bir kurtuluş umudu besleyen insanoğlu, Allah(c.c) tarafından verilen hükmün temyizinin mümkün olamayacağını öncelikle kavraması gerekir.

Rabbiyle ilişkilerinde sıkıntıya düştüğünde iyi ilişkiler içinde olmaya özen gösterenleri;, rahat oldukları dönemlerde azgınlaşarak, kimsenin kendisine hesap soramayacağını düşünmeleri ,zaman içinde şımarıklığa ve tağutlaşarak şeytanın oyuncağı haline dönüşmelerine sebep olmuştur.tarih bunun örnekleriyle doludur.

İnsanların bu sebeple kendilerini güçlü hissettikleri veya güçlerini bir başka güçlü kabul ettikleri şeye dayandırarak, kendilerine kimlik bulmaya kalkışmaları söz konusudur. Bunun sonrasında acziyetini fark etmeyen insanın, aciz durumda kullanılmak üzere hazırladığı acil ilk yardım çantası hükmünde tutmaya çalıştığı bir duası ve kitabıyla baş başa kalarak; rabbiyle ilişkiye geçmeye kalkışsa da artık bu imanın ve ilişkinin bir sonuç ortaya çıkarması mümkün olmayacaktır.

Sorulan soruların bu sebeple temizlenmiş akılla sorulmasıyla, kirletilmiş akılla sorulanları arasında hem tarz olarak hem de üslup olarak bir farklılığın ortaya çıkmasını da sağlayacaktır.

Algısını, anlayışını ve hayat tarzını tersten işletenle, fıtrata uygun olarak işletenlerin varacaklarını sonuçların farklı oluşu, kitabın ve elçinin terbiyesinden geçmiş huzurlu kalplerin kazançlı çıkacakları bir sonucu karşımıza çıkaracaktır.

Huzur dediğimiz şeyin kalbin mutmain olmasıyla alakası var olduğundan; kalbin tasdik etmediği şeyler şeytan ve dostlarının büyük teveccühüne mazhar olurken, kalbin tasdik edemeyeceği ve fıtrata ters tüm anlayış ve uygulamalar ahlaki kokuşmaya ve kimlik bunalımlarının tezahürüne imkân tanıyacaktır.

Kendisini uyaran kitap ve elçiyle kavga etmeye kalkışanlar; doktorun verdiği ilacı kendi bilgilerine göre almaktan kaçan bir hastanın, sonrasında kurtulamadığı hastalıktan dolayı başkasını veya doktoru sorumlu tutmaya kalkışması, bir saptırma örnekliğiyle tarih içinde yerini mutlaka bulacaktır.

Doktor için tavsiye dışında hiçbir zorlayıcılığının bulunmadığı hastanın kendi burnunun doğrusuna giderek; kendini haklı ama doktoru haksız görmesi, sonuçları itibariyle doktoru değil daha çok hastayı ilgilendirecektir.

Sağlığına kavuşmakla kendisine öncelikle fayda sağlayacak hastanın; sanki doktoru iyileştirecekmiş gibi bir pozisyonda kendini tutmaya çalışması saflıktan başka bir şey değildir. Hasta ile doktorun yerini kendi kafasında değiştirmeye çalışanlar adaletsiz ve içinde çıkılması mümkün olmayan sıkıntıların oluşmasına katkıda bulunacaklardır.

Hastanın hastalığı ortadan kaldırmaya yönelik talebine karşın verilen ilaçları ve tavsiyeleri tutmaması;
 kendisinden başkasının zarar görmeyeceği bir ilişkinin öznesi olmak varken, nesnesi haline kendi elleriyle dönüştürülmesine sebep olacaktır.

Elçilerinde asıl görevleri tebliğ etmeye dairdir. Yoksa zorla hastalığının geçmesi için birey ve toplumlara baskı yapmak değildir. Rabbimiz şöylece hatırlatır bu durumu;

“ bir de, bu Kuran'ı (insanlara) okuyup ulaştırmakla." Bundan sonra artık kim ki, doğru yolu tutarsa, o yolu kendi iyiliği için tutmuş olacaktır; ve kim de yoldan saparsa, (böylelerine) de ki: "Ben yalnızca bir uyarıcıyım!"(Neml 27/92)

Kendine göre konuları ve soruları seçen insanların, alınacak cevapları da seçmeye kalkışması bir mahkemede hem savcı hem de hâkim rolü oynamaya kalkışmasıdır ki; bundan da sadece zulüm ortaya çıkacaktır.

Gerçekleri tespit etmeyi bile kendi ölçülerine göre ayarlamaya çalışanların; yeryüzünde çifte standartlar getirerek hangi zulümleri yaptıklarını görmek için, dünyanın kan dökülen ve insanlık dışı sömürülen coğrafyalarında, hâkim güçlerin kimler olduğuna dikkatle bakmaları zalimlerin de hangi anlayışın eseri olarak ortaya çıktıklarını bizlere göstermesi bakımından önemlidir.

Unutulmaması gereken en önemli nokta; hangi şartlar veya imkânlar içinde olunursa olunsun, ölüm mutlaka tüm canlıları bir gün yakalayarak, hesabın sorulacağı vaktin gelmesi için koşar adım gitmelerini, kiminin hüsrana, kiminin de sevince boğulmasına sebep oluverecektir. Rabbimiz şöyle buyurur;

 

“ VE (SEN, ey Peygamber) hangi koşullarda olursan ol, bu (ilahî kitaptan) okunacak hangi konuyu dile getirirsen getir ve (siz ey insanlar) hangi işi yaparsanız yapın, (unutmayın ki) siz bu işlere giriştiğiniz an(dan itibaren) Biz üzerinizde gözlemci bulunuyoruz: çünkü ne yerde, ne de gökte tartıya gelmeyecek kadar küçük şeyler bile senin Rabbinin bilgisinden kaçamaz; ne bundan daha da küçüğü, ne de bundan büyüğü yoktur ki (O'nun) apaçık takdirinde kaydedilmiş olmasın.”(Yunus 10/61)

Bütün bu sebepler; insanın kendisine gelmesi için ayrıca belge ve bilgi arayarak kendisini aldatacak roller üstlenmemesi için yeterli imkânlar ölçüsünde, hayatın içinde Allah’ın dini için mücadele etmeyi öğretecektir.

Kuran Allah(c.c) tarafından konulan ilkelerin bütününü ifade ettiği için, kabul etmeye yanaşmayanlar da kendileri elleriyle ya sapıtan veya doğru yolu bulmaya aday olanlar sınıfında kalmaları mümkün olacaktır.Rabbimizin hatırlatması bu anlamda çok önemlidir..Bakın rabbimiz ne buyurur;

“(EY İNANAN KİŞİ,) apaçık bir üslupla bu Kuran'ı sana vaz'eden (Allah), şüphe yok ki, seni (ölümden sonra) yeni bir hayata döndürecektir. (Hakkı kabule yanaşmayanlara) de ki: "Kimin doğru yolda yürüdüğünü ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilen Rabbimdir!"(Kasas 28/85)

Kuran insan huzurun kaynağında Allah’ı ve onun gönderdiği hayat tarzının olduğunu bizlere öğreterek, Kuran’ın sunduğu hayat teklifi dışındaki tüm hayat tarzlarını reddetmeyi bir gereklilik olarak bizlere sorumluluk halinde yüklemiştir.

Kuran’a ulaşan her insan iyi niyetli olarak okumaya ve anlamaya başlayarak; huzurun içini doldurduğunu hissetmekle teslimiyetini de İslam’ı hayat tarzı olarak kendine ideal ölçü edinmekle bulacaktır.

Kuran bu sebeple müminlerin heyecan ve şevk kaynağı olurken, iman etmeyenlerin de kimyasını bozarak sorumluluklarını hatırlatmanın bir tebliğ usulü olmasını sağlayacaktır.

Rabbimizin kitabı çok yalın, algılanabilir ve inanmakla başlayan hayatın Kuran’ı okumak, anlamak ve yaşantı haline getirilmesiyle Allah(c.c) karşısında her zaman acizliğini fark ederek; kulluğun şeref olmasını bilmeye yöneltecektir. rabbimiz verilen nimetlerin farkına varmayı ve sadece Allaha kul olmayı bilmesini istemiştir.şöyle buyurur rabbimiz;
“BİZ, işte böyle böyle, Kuran'dan müminler için (ruhen) sağaltıcı, rahmet bahşedici olan ve zalimlerin de yalnızca yıkımını artıran şeyler indiriyoruz:”

“ çünkü, Biz insana ne zaman nimet bahşetsek yüz çevirir, (Bizi düşünmekten) küstahça yan çizer; ve kendisine bir kötülük, bir darlık dokunsa hemen mutsuzluğa düşer.”(İsra 17/82-83)