Evet, ne demiştik?  Uygulanan dış politikalar ile milletçe özgün ruhumuzu kazandığımızdan bahsetmiştik. Birde ülkede milliyetçi ve ulusal partilerin yeterince olduğundan, yenisine ihtiyacımız olmadığı gibi taşımaya da takatimizin kalmadığından söz etmiştik.

            Hem milletçe “ruh” kazandığından söz et, hem de milliyetçi parti isteme. Bu bir çelişki değil mi? Değil!  İşin sırrı “millet” terimine verdiğimiz anlamda. Eğer batılıların “national” anlamında bir kavramsa tamam, o zaman bir diyeceğim yok.

            Yok, eğer özgün tarihimizin belirlediği anlamda ise, işte o zaman mevcut milliyetçi partiler yeterde artar bile. Çünkü “millet” kavramına yüklenen anlam  “national” teriminin karşılığı oluyor günümüzde, maalesef.

            Sıkıntıda buradan doğuyor;  bir taraftan özgün ruhu özgür kılacaksınız bir taraftan da mevcut milliyetçi /nasyonalist söylemi tekrar üreteceksiniz. İster istemez zihinsel gerilim doğuracak bir çelişki bu.

            BDP Kürt milliyetçisi bir parti. PKK ise bu hareketin dağdaki ferman vericisi... Terörist elbette kendine yakışanı yapacak, uzantısı da yine kendine yakışanı.

            Mizansen icabı birbirleri ile karşılaşacak ve kucaklaşacaklar. Böylece milliyetçi duyguları-karşılıklı- galeyana getirip kendilerini parlamentodan attıracak ve gerekirse siyasi partilerini kapattıracaklar.

            Zaten anayasa değişikliğinde siyasi partilerin kapatılması konusunda BDP yapması gerekenin tam tersini yapmadı mı? Siyasi Partilerin kapatılmasını kaldıracak düzenlemelerde, umulanın aksine eylem sergilemedi mi?

            Hâlbuki mantıken olması gereken ne idi? Bugüne kadar birçok partisi kapanan bir siyasi hareketten beklenmesi gerekeni yapması! Neden yapmadı? Demek ki hesap başka!

            “Bu iş siyasetle olmuyor! Siyasi hareketlerimiz hep engelleniyor!” diyebilmek; böylece silaha ve şiddete meşruiyet kazandırmak; “PKK olmasa idi sizin hiç bir hakkınız verilmezdi” diyebilmek.

            Kürt vatandaşlarımızın iradelerini kendi ideolojik hedefleri doğrultusunda etkileyebilmek...

            Daha önce DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı ve yaka paça meclisten alınıp kodese atıldı da ne oldu? PKK’nın eylemleri mi durdu, yoksa siyasi uzantısında bir eksilme mi oldu?

            Tam tersine PKK/BDP çizgisindeki ideolojinin ağına düşen Kürt vatandaşlarımızın sayısı arttı.

            Bu tamamen psikolojik bir hareket. O zaman yapılması gereken amaçlananları önceden sezip tam aksine bir psikolojik ortamı yeşertecek tavırları sergilemek.

            Sergilemenin de ötesinde benimsemek. Zira inancımız zaten bunu gerektirmiyor mu? Başımıza gelenler hep yabancı ideolojiler uğruna yapılan yanlışlıklardan kaynaklanmıyor mu?

            BDP/PKK çizgisi dünya üzerinde bir Kürk ulusu yaratmak peşinde. Ulus olmanın yolu da geleneğin değersizleştirilmesinden ve Kürtlerin sekülerleşmesinden geçiyor.  Bunun için Kürtler ile dinleri arasına bir mesafe koymak şart... Diğer ifade ile “millet” kavramının içinin “national” içeriği ile değiş tokuşunda.

            Gel gör ki iş bu kadarla da bitmiyor. Tehlike boyut değiştirerek devam ediyor. Artık dindar Kürtler arasında Kürt-İslam sentezi gibi bir ucube kendini hissettirmeye başladı. Oradaki bazı dindarlar buradaki dindarlarla aynı heyecanı duymamaya başladılar. Kendilerini “Kürtlük” üzerinden tanımlayıp BDP ile dans etmeye çalışıyorlar. Eşlik ettikleri müziğin batılı enstrümanlardan oluştuğunu zikretmeye gerek bile yok sanırım.

            Ah keşke, iş bu gerçeği dile getiren Ak Parti Diyarbakır İl Başkanının görevden alınması ile düzeltilebilecek kadar kolay çözümlü olsaydı.

            Demek istediğim odur ki: Atılacak her hatalı adım bu duygusal kopuşu biraz daha görünür kılacaktır. Geçen gün görüştüğüm bir dostum bana aynen şunu söyledi: “Bu hükümetin Kürtlerle ilgili politikasında iki önemli kırılma yaşandı. İlki Habur sürecini durdurmak, ikincisi ise Uludere olayında takınılan tavır”.

            Dostuma ben de katılıyorum. Bu iki olay maalesef Kürtler üzerinde hayal kırıklığı yaratırken BDP/PKK çizgisinin ağız suyunu akıttı.

            Son sözüm Sayın Başbakanıma: Millet olarak size çok şey borçluyuz. Ama ne olur klasik milliyetçi söylemden medet ummayın. O söylem sizin bugün boğuşmak zorunda kaldığınız sorunların müsebbibi.

             Yepyeni bir anayasa ile özgürlükleri genişletmek varken, Parlamento nezdinde yaşanacak bir kriz, Allah Korusun bize bu günleri aratır hale getirebilecektir.

            Yazdıklarımın ne cürmü olacak ki? Ama bunun ne önemi var; dedim ya cüretim vicdanımın rahatlaması içindir, diye...