Hayatın bizzat kendisidir. Neden hayatın kendisi kutsaldır? Çünkü hayat bütünüyle aynı hakikatin dile getirilmiş halidir. Çünkü hayat bütün yönleriyle tek bir yaratıcının lütfüdür.

            Kısacası hayat bir bütündür, parçalanamaz!

            Nasıl parçalanamaz? “Kutsal”, “kutsal dışı” diyerek parçalanamaz. Daha doğrusu İslam böyle parçalanmış bir hayatı hakikate karşı körlük, nimet verene karşı nankörlük olarak niteler.

            Peki, parçalanırsa ne olur? Hayat kompartımanlara bölündüğü için insanın iç dünyasında gerilime sebebiyet verir. Birini diğerine tercih etmek veya öncelik tanımak zorunda kalmanın gerilimi... Tercihte bulunmanın zorluğu nedeniyle yaşanan iç dünyadaki sıkışma.

            Hâlbuki dış dünyada böyle bir sıkışmayı haklı kılacak hiç bir neden yok. Bütün olup biten insanın içinde; üstelik dediğim gibi dış dünyanın hakikatine ters düşmesi bahasına.

            Batılı zihniyet için ise durum farklı. Onlar için hayat kompartımanlara ayrılmıştır. Kutsal ve kutsal dışı diye. Kutsalı tercih eden ruhban hayatı yaşamalı ve dünyadan elini eteğini çekmelidir. Eğer kutsal olmayanı seçmişse o “şimdi” ve “burada” dır. Yani dünyada. Bu bakımdan bu tür kişilere seküler derler. Türkçesi dünyevi kişi...

            Bunun sosyal rollerde ki karşılığı ise laik ve laik olmayandır. Laik: Kilise mensubu olmayan; laik olmayan: bir kilisede görevli din adamları sınıfına dair olan; kısacası ruhban. Laikler bir zaman diliminde buradadırlar, bir zaman diliminde ise ötelerde(!)

            Yıllardır ne kadar içi boş bir kavganın içerisinde enerjimizi heba etmişiz, değil mi? Bu toplumda ne laik olunabilir nede anti-laik; çünkü geçmişimizde bir ruhbanlar sınıfı yoktu ki.

            Tekrar başa dönelim. Hayat parçalanamaz bir bütündür dedik. O Allah tarafından bütün veçheleriyle lütfedildiği için her alanıyla kutsaldır dedik. Ve bu halin insanın iç dünyasında bir kavgaya sebebiyet vermeyeceğini söyledik. Bütün bunlarla pratik hayattan neyi kast ettik?

            Hayatı ayrı ayrı eylemlere münhasır kılmamayı... Şu eylemleri yaparsan manevi fayda sağlar, şu eylemleri yaparsan dünyevi fayda sağlarsın gibi. Şu eylemlerin dünya için şu eylemlerinde ahiret için gibi.

            Namaz hem dünya hem de ahiret içindir. Dünya ahiretin giriş kapısıdır; ayırmak kimsenin harcı değildir.

            Tıpkı ana rahmi ile dünya gibi. Doğumla dünyaya geldik, ölümle ahirete gideceğiz. İkisi de bir kapı, bir âlemi diğer âleme bağlayan kapı.

            Bu bakımdan namaz ahirete olduğu kadar dünyaya da yönelik bir eylemdir.  Kazandırdığı şuur ve oluşturduğu zihniyet ile “burada” ve “şimdi” için tercih ve talepte bulunurken bizleri kontrolü altına alan bir eylem. Şümullü düşünmeyi sağlayacak bir yapı taşı.

            Tıpkı diğer bütün dini vecibelerde olduğu gibi...

            Efendimiz bir mübarek sözünde şöyle buyurmuştur: Ailesinin helal yolla geçimini sağlamak için çalışan kişi ibadet halindedir. İşte hayatı kompartımanlara bölmeyen birisini diğerine üstün kılmayan zihniyet. Çalışırken ibadet etmek... Aman dikkat bu bazı laik yobazların dediği gibi ‘namazı terk et çalışmaya bak’ anlamında değil. Eğer böyle anlaşılırsa hayat parçalanır ve parçalar arasındaki gerilim bizleri muzdarip eder.

            Istırabı dindirmek için kendini eğlenceye verip avutabilirsin belki; huzurlu olur musun? Asla!

            Hayatın parçalanamayacağına dair çok daha çarpıcı bir örnek: Zina yani nikâhsız kişiler arasındaki münasebet günah; tamam da ilişki nikâhlı eşler arasında olursa durum ne?

            Zinanın nasıl günahı varsa helal yolla ifa edilenin de sevabı var.

            Ben demiyorum, Efendimiz Hazretleri böyle buyuruyor...

Not: Beyinleri sıkılmış yumruklarında olan acizlerin kültürü elbette ki “linç” kültürüdür. Esen barış rüzgârına katkı amacıyla Karadeniz turuna çıkan BDP Milletvekillerinin karşılaştığı tablo çok çirkin. Birileri halen daha gençlerin ölmesinden yana. Süreci nasıl durdururuz diye beyinlerini(!) çalıştırıyorlar; vatansever, vatansever(!)