LAİK SURİYE İÇİN RUS KUTSAL SAVAŞI.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry son Birleşmiş Milletler toplantısında bir ifşada bulundu: ABD ve Rusya Suriye’nin bütünlüğü ve laikliği üzerinde anlaştılar. 
Batı’lıların Müslümanları laikleştirmek konusundaki bitmez tükenmez enerjilerini hayra yormak asla mümkün değildir. Değildir, zira Batı’lı güçler İslam Coğrafyasında bir hususta hemfikir olmuşlarsa ve istikrarlı bir politikayı güdüyorlarsa bu Müslümanların hayrına değil, aksine şerlerinedir.

İşin trajikomik bir diğer yanı da Rusya’nın bombardıman uçakları vasıtasıyla Suriye laikleştirilirken yani rejim muhalifleri katledilirken Rus Ortodoks Kilisesinin Putin’i desteklemesi ve Rus müdahalesini “kutsal savaş” olarak ilan etmesidir. Diğer bir ifadeyle Suriye’nin geleceğinde ki laik temeller Ortodoks Kilisesinin kutsadığı bir savaş ile atılmaktadır.
Ne hikmetse IŞİD gibi kan içici, ahlaki hiçbir kural tanımayan, şiddeti kutsallaştıran Batı mahsulü örgütler dururken Özgür Suriye Ordusu, Liva-yı Tevhid, Ahrar-ı Şam gibi gurupların Rusya tarafından vurması tam bir alçaklık. Üstelik IŞİD’I bahane edip muhalif Suriyelileri öldürürken sivilleri de gözetmeyip katletmek.

Peki, bütün bunların sebebi ne? Batı neden laiklik üzerinde bu kadar ısrarlı? Kilise Suriye’nin Laik yapısını neden kendisi için kutsal bir uğraş olarak lanse ediyor?
Soruların cevabının iki ana gerekçesi var. Birbiri ile bağlantılı biri diğerini gerekli kılan iki gerekçe.

Birincisi Ortadoğu petrol ve doğalgaz yataklarının kontrolü. Doğu-Batı tarihi çatışmasında her iki cephede hedef olarak ilişkilerin hâkimi olmayı amaçlamıştır. İlişkilere yön verebilen taraf baskın taraf olacaktır. Enerjinin dağıtımı gibi küresel ilişkiler ağının Müslümanlara terk edilmesi halinin Batı için kabulünü düşünmek dahi mümkün değildir. Aksi halde bu kontrol ellerinden kayıp gidecektir.

İkinci gerekçe ise Batı-merkezli bir dünyanın devamını sağlamaktır. S. Sayyid’in de üzerine basa basa değindiği üzere İslami hareketler tam da “Batı” ile “merkez” fikri yani evrensellik arasına yerleşmektedir. Daha doğrusu Batı’nın merkeziliğinin giderildiği oranda kendisine alan açılmaktadır. Kazandığı her mevkii Batı’yı merkez konumundan uzaklaştırmakta ve taşralaştırmaktadır. Bu ise Batı için ve onun ürettiği değerler için kabulü mümkün olmayan bir gelişmedir. Müslümanlar iddialarını ve değerlerine alan açılmasına dair söylemlerini hayata geçirmediği müddetçe Batı açısından hiç bir sorun yoktur. Hatta rejim dini kılıflı bir baskı rejimi ola dahi fark etmez. Bu nedenle Batı hiçbir iddiası olmayan Suudi İslam’ı ile iyi geçinmekte ve ülkeye laiklik ihraç etmeye çabalamamaktadır. Ama iş Mısır’a gelince, Batı putu olan demokrasiyi helva niyetine yeme bahasına gelişmelere müdahale etmekte ve askeri bir darbeye ve dikta rejimine göz yumabilmektedir. 

Birinci Dünya savaşından sonra bölünen İslam topraklarının başına bir kahraman ihdas edilmiş ve cetvelle sınırlar çizilerek kutsal hale getirilmiştir. Anlaşılacağı üzere artık bu sınırlar eskimiş ve yenileri çizilecektir. İşin garibi buna hevesli olan yine Batı’dır. Yani batı yine bir helvadan putunu yiyerek yenisini dayatmak istemektedir.
Gelişmelerde İran’ı tarafına çekebilmek için nükleer görüşmelerde taviz veren Batı bir yandan da PKK örgütünü harekete geçirerek Türkiye’yi olumsuz etkilemek istemektedir. ABD Enerji Bakanı Ernest Moniz bir gazeteye verdiği konuşmada “İran, nükleer anlaşmaya uygun davranıyor; ilerliyoruz” şeklinde şirin ifadelerle İran’ın nasıl kafese alındığını göstermektedir. Bu arada PKK barış masasını devirmiş ve aniden halk devrimi hülyaları görmeye başlamıştır. Amaç bellidir Türkiye’yi olabildiğince oyalamak, PKK’yı mümkün olan en son noktasına kadar kullanmak. Bunun ucunda Türk ve Kürdü birbirinden ayırıp iki amansız düşman haline getirmek.

Bir başka ifadeyle Anadolu’yu bölmektir. Anadolu’nun bölünmesi demek İstanbul’un bir kez daha düşmesi demektir. Batı, tarihi ”Hilafet” merkezini bir kez daha ayağa kalkmamak üzere yere sermeyi amaçlıyor. Çünkü Müslümanların birliğinin oluşması, Batı önündeki en büyük engeldir. İslam ise Doğu’nun savunulmasında, sömürülmemesi için oluşturulacak müesseseler ve  birliğin tesisinde belirleyici tek unsurdur.

Suudi Arabistan böyle bir iddia taşımadığı müddetçe Laikliğin ihracına gerek yoktur. Aksine Batı için çıkarına aykırı durumlarda gösterebileceği iyi bir örnektir.
Lakin iş Batı’yı tek merkez değil, merkezlerden bir merkez haline getirecek bir söylemi dile getiren Müslümanlara gelince  “laiklik” ideolojisi batı için sarıldıkları bir can simididir
Şimdi şöyle bir soru haklı olarak sorulabilir. Batı ile Rusya farklı farklı kutuplar değil mi? Bu nedenle onları Müslümanların karşısında birmiş gibi görmek ne kadar doğru olabilir ki?
Üstelik Rusya da bir Doğu ülkesi iken...