Osmanlı Devleti, Japonya ve Sovyetler Birliği... Üçü de Doğulu; diğer bir ortak özellikleri de yenilmiş olmaları... Batı karşısında mağlup üç ülke!

            Osmanlı Birinci Dünya Savaşından sonra, Japonya İkinci Dünya Savaşından sonra yenilmiş. Sovyetler Birliği ise Soğuk Savaş mağlubu.

            Yenilmiş olan bu üç ülke dünyada nasıl yaşarlar? Yahut Batı ile birlikte yaşamayı nasıl öğrendiler?

            Ayşe Zarakol işte bu konuyu kendisine sorun edinmiş ve bir kitap yazmış: “Yenilgiden sonra Doğu Batı ile yaşamayı nasıl öğrendi”

            Kitap Koç Üniversitesi yayınlarından çıktı.

            Yazar konuya yaklaşırken, önsözünde belirttiğine göre, iki sosyologun kuramından hareketle neticeye varmayı deniyor. İlki Erving Goffman’ın “leke” kuramı, ikincisi ise Norbert Elias’ın “yerleşikler-dışarıdakiler” ayırımı.

            Önce İngiltere’de iki mahalle üzerinde yapılan bir gözlemden söz edelim. Sosyo-ekonomik yönden birbirine çok yakın olan iki mahalleden birisi daha eskiymiş. Eski olan mahalle, yeni olan yerleşim yerine göre kendisini daha imtiyazlı ve üstün görürmüş. Yeni gelenleri dışlar, onlara “lekeli” muamelesi yaparmış.

            İşin asıl ilginç yanı, diğer mahalledekilerde bu kanıya ortak olup iç dünyalarında eski mahalle sakinlerinin duygularını paylaşıyorlarmış. İçselleştirdikleri bu yargı vasıtasıyla onlarda kendilerini “lekeli” olarak görüyorlarmış.

            Yani: diğerini lekeli görenler ile kendilerinin lekeli olduğunu kabul edenler; kendilerinin normal olduğunu varsayanlar ile kendilerini anormal görüp yakıştırılan yaftayı kabullenenler.

            İlki onları hor görüp, şüpheli bulup, hatta onlara karşı kötü muamelede bulunurken; diğerinin,  reva görülen küçümseyici tavrı özümseyip bunu hak ettiğini sanıp, ötekine hayranlıkla bakması...

            Bu iki mahalle örneği aslında modern uluslar arası sistemin küçük bir kopyası. Sistemin çekirdeğini oluşturan “Avrupa” Elias’ın kuramındaki eski mahalleyi oluşturuyor. Küreselleşen sisteme katılan diğer ülkelerde, sonra kurulan yeni mahalleyi.

            Goffman’ın “lekelilik” kuramı da, merkez ülkeleri ile sisteme sonra intibak eden ülkeler arasındaki ilişkiyi temsil ediyor. Avrupa kendisi dışındaki ülkeleri lekeli olarak görüyor; onları geri kalmakla suçlayıp, ötekileştiriyor. Kendisine dair ne varsa normal, diğerlerine ait olanı ise anormal olarak görüyor. Bu nedenle onları hor görüyor ve küçümsüyor.

             İngiltere’de eski mahalle örneğinde olduğu gibi dünyada da bu muameleye tabi tutulan ülkelerin yöneticileri ve elitleri, kendilerine uygun görüleni haklı bulup, lekeli olduklarını kabul ediyorlar.

            Hatta kendileri kabul etmekle kalmayıp, halklarına da kabul ettirmeye çalışıyor, bu konuda onları zorluyorlar. Kendilerine benzettikleri kesimler ile dayatılan ruh halini paylaşmayan direnen kesimler arasına düşmanlık sokup halkı bölüyorlar.

            Bununla da kalmayıp yaşadıkları bu ruhsal halin adına ideolojik bir kılıf geçirip asrileştirme/modernleşme diyorlar.

            Fakat burada nokta koyup bir hususa açıklık getirmek lazım! Bütün bu anlatılanlardan asla, merkeze katılan ülkelerde her şeyin yolunda gittiğini ima ettiğimiz anlaşılmamalıdır! Gidişatta hiç bir aksaklık olmayacak ve Batı ile içerideki uzantıları kötü neticeyi kotaracaklar. Bunu kabul etmek evvela aklen muhal! Bir şeylerin yerinde gitmediği tartışmasız... Ben burada sadece yaşanan bir psikolojiyi dile getirmek istiyorum. Hâkim olan bu psikoloji ile hiçbir problemimize sağlıklı yaklaşamayacağımız gibi yerinde çözümde üretemeyeceğimizin altını çizmek istiyorum.

            Zira “lekeli” psikolojisi ile sorunlar sıhhatli değerlendirilemediği gibi ne “Batı” ve ne de “Doğu” hakkında sahici bir bilgi sahibi olunabilir.

            Sadece kendimizi dövmekle vakit geçiririz, o kadar!..

            Şurası unutulmamalıdır ki sorunsuz toplum olmaz; sorunsuz toplum ölü toplum demektir. Toplum yaşıyorsa sorunlar olacaktır...Önemli olan sorunu olmamak değil, o toplumun sorunlarını nasıl çözdüğüdür.

            Sıhhatli bir ruh hali ile mi yoksa değil mi?

           

            Devam edeceğiz, inşallah.