İttihat ve Terakki Cemiyetinin Diyarbakır şube başkanlığını yürüten Mehmet Ziya Bey zamanla cemiyetin lider kadrosu hatta düşünürleri arasında yer alacaktır. O da, diğer İttihatçılar gibi İngiliz düşmanı yahut en azından taraftarı değildir. Bu nedenle İstanbul’un işgali akabinde İngilizlerce yakalanıp Malta adasına sürülür.
            Merhum Baykan Sezer Malta sürgünlerinin halen daha yakın tarihimizin bilinmeyen kara deliklerinden olduğuna işaret eder. Oysa sadece yakın tarihimiz değil sosyolojimizin temel eğilimlerini anlamamız açısından da Malta sürgünleri önem taşımaktadır, der. Mesela sürgün  Ziya Bey’in fikir yapısında önemli değişikliğe sebep olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu konusunda, daha doğrusu Türk tarihini değerlendirişinde geçirdiği değişime dikkatimizi çeker. İşin diğer bir boyutu da Ziya Gökalp Malta Konferansları ile arkadaşlarını da etkilemiştir. Sezer, sürgündeki kadroların Malta’da belli bir eğitimden geçtiklerini dolayısıyla fikirlerinin değiştiğini açıkça ifade etmektedir.(Baykan Sezer. Batılaşma Seminer Notları. Sosyoloji Yıllığı 22 içinde. Sf:33-35)
            Bu hususu Ziya Gökalp tarafından yazılan Malta mektuplarının satır aralarında seçebilmek  mümkündür:
            “Kitaplarım gelince tekrar İngilizce öğrenmeye başladım. Burası darülfünun gibi... Herkesin elinde bir kitap. Muntazaman ders alıyor.”(Bilal N. Şimşir. Malta Sürgünleri. Sf:392)
            “Derslere devam ediyoruz. Bizim daire adeta bir dershane gibidir. Hep ilimle vakit geçiriyoruz.” (Sf:398)
            “Bugün her Türk’e Fransızca, İngilizce gibi lisanlardan birini bilmek lazımdır; çünkü ilme dair kitaplar lisanımızda kafi derecede yok. Bu lisanlardan birini bilmeyen, ne ilimde, ne edebiyatta, ne de başka bir hünerde ilerleyemez. Biz medeniyetçe Avrupalı, harsça Türk olmalıyız. Hars; dini, ahlaki, bedii duygulardan ibarettir. Hars halktan alınır. Milli musikimiz de halk musikisinden, yani türkülerden çıkacak. Şarkılar Acem musikisidir... Medeniyete gelince bunu katiyen halktan alamayız; çünkü medeniyet; ilimdir, fendir, sanayidir. O halde, medeniyeti ilimde, fende, sanayide çok ileri gitmiş memleketlerden, yani Avrupa’dan almak icabediyor. Avrupa’dan medeniyeti alabilmek için de her Türk’ün Avrupa lisanlarından birini bilmesi lazımdır. Biz Türk ve Müslüman kalmak şartile, Avrupalı bir millet olmaya çalışmalıyız. Gayemiz Avrupa medeniyeti içinde bir Türk harsı yapmak olmalıdır”  (sF:393)
            Son derece enteresan değil mi? Ziya Gökalp İngilizce öğreniyor ve bütün millete de öğrenmeyi salık veriyor. Bunlar neyse ama Türk ve Müslüman kalıp Avrupalı bir millet olma önerisi hiç de masum değil.
            Ve ayrıca yanılıyor. Şöyle ki bu öneride ki “Türk” ve “Müslüman”  şıklarına Batı’nın hiçbir itirazı yoktur. Hatta işin böyle olmasını uygun bulmaktadır. Bulmaktadır çünkü Batı’nın Anadolu’yu sınırları içerisine almak gibi bir hevesi bulunmamaktadır. Avrupa Batıcılaşmayı desteklemiş ama Batılılaşmamızı tasvip etmemiştir. Aksine bir durumda, yani toplumun Batı kimliğini alması kısaca Batılı olmamız halinde, Doğulu halklara iyi(!) örnek olmamız mümkün değildir.(Ertan Eğribel. Türkiye’nin Toplumsal Yapısı Çalışmalarına Giriş-I-Türk Sosyologları ve Eserleri-ı içinde. Sf: 324) Batılı olmadan Batıcı olmak, işte budur iyi örnek olmanın yolu. İyi örnek: Batı’ya itiraz etmemek. Yani Osmanlılığı reddetmek.
            Ziya Gökalp “Avrupalı bir millet olmalıyız” derken bu hususu hesap edememiş Batılılaşacağımız hülyalarına kapılmıştır.
             İngiltere’yi yeniden değerlendirme fırsatı bulan Gökalp Malta dönüşü Almanya’ya yakınlık duymaktan ve İttihatçılıktan hızla uzaklaşmış, cemiyetin yeniden teşekkülü girişimlerine şiddetle karşı çıkmıştır. Dahası siyasal düşüncelerini gözden geçiren sosyologumuz “Turan” ve “İslam Birliği” gibi kavramlara da fikir dünyasında yer vermez olmuştur. Emperyalizmin ayağına dolaşmadan mevcudu korumak adına Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlı bir Milliyetçiliğin teorisini üretmiştir. Bu bağlamda “Osmanlı” ile hesaplaşma ihtiyacı hissetmiş ve koca bir imparatorluğu karalamak bahasına, yeni oluşan dünyada, Batı’nın Osmanlı talepleri ile bunalmamasının formülüne soyunmuştur.
            Osmanlı reddedilirken yerine eski Türk tarihi ikame edilmeye çalışılmıştır.
            “Osmanlı” medeniyetinin yabancı olduğu teranelerinin akabinde Batı medeniyetinin üstünlükleri ve faziletleri sıralanmıştır.
            “Türk” kavramı tarihi misyonundan yani Türklerin Doğulu halklara önderlik-Osmanlılık- yapma görevinden sıyrılarak “iyi” örnek olma-Batıcılık- görevi ile giderek küçülen bir dünya içine sıkıştırılmıştır.
            Ziya Gökalp bütün bunları ‘medeniyet-hars ayrımı’ formülü içerisinde izah çabasına yeltenmiştir.