Fikrikadim sitesinde Sayın Hayati Esen tarafından yapılan söyleşimi siz okuyucularımla da paylaşmak istedim.

-Türk Milliyetçiliği, Osmanlı’dan itibaren bu topraklarda neye karşılık gelmektedir?
Şu hususu bir kere peşinen bildireyim. Ülkemiz de “milliyetçilik” kavramı ile “ ulusçuluk” kavramı genellikle karıştırılıyor ve biri diğerinin yerine kullanılıyor. Hâlbuki milliyetperverlik yani milliyetçilik “millet” sözcüğünden türemiştir. Millet ise İsmet Zeki Eyuboğlu’nun Etimoloji Sözlüğünde de bildirdiği üzere din ve şeriatten gelir. Bu bağlamda Millet terimi, yazılmış, düzenlenmiş olan, bir inanca bir dine bağlı olan anlamına gelmektedir.
Ulusçuluk ise bambaşka anlamlar dolayısıyla kasıtlar taşımaktadır. Çünkü yepyenidir, bu nedenle “millet” kavramının içeriğinden asla hazzetmez. Ulus eski Türkçede üleşten gelir. Üleş: bölüm, pay, hisse… Enteresan değil mi? Millet toparlamaktan, bir araya gelmekten, bir inanç etrafında birleşmekten türemişken “ulus” ise parçalanmaktan gelir. Zaten Ulusçuluk bütün dünyada parçalamak görevini ifa etmiştir. Tabii ki yeni yükselen sınıf yani Burjuvazi adına!
Fakat ne enteresandır ki Göktürk yazıtlarında geçen Budun kelimesi kültürel ve siyasal bir birliği ihtiva etmektedir. Yine Eyuboğlu’nun Sözlüğüne göre bud/buy(budun/buyun) köklerinin büyümek(gelişmek, yayılmak, genişlemek, toplanmak)eylemiyle anlam bağlantısı vardır. Yani Ulus kavramından ziyade Millet kavramına daha yakındır.
Bu nedenle söze başlarken ulusçuluk yenidir dedik. Asri, yani modern. Sadece ülkemizde değil dünyada türedi bir kavram. Kaynağı Fransız İhtilalına dayanıyor. Ondan öncesi yok. Feodaliteye karşı savaşım veren burjuva amaçları bakımından çıkarlarına bağlıydı. Aynı zamanda üniversiteden hocam olan Server Tanilli’nın “Dünyayı Değiştiren 10 Yıl” isimli kitabında belirttiği üzere devrim ancak halkçı bir nitelik taşımakla zafere ulaşabilirdi. Tiers Etat -yani soylular ve ruhban dışındaki halk -ki burjuvaziden köylüye kadar geniş kesimler girer bunun içine- temsilcileri vasıtasıyla harekete geçti ve meclisi ulusal meclis olarak ilan etti. Kral engel olmak istedi ise de nafile. Sonunda meclis kendisini kurucu meclis olarak tanımladı ve Fransız ulusu doğmaya başladı.
-Soruma yanıtımı mahfuz tutarak araya gireyim. İfadenizde çelişkiye düşmediniz mi? Ulusçuluğun parçalamak anlamına geldiğini söylüyorken, akabinde Fransa’nın meclisinin ulusal olmasıyla bir ulusun doğmasından söz ediyorsunuz.
Son derece haklısınız. Fakat unutulmamalı ki Fransa’dan yani batı topraklarından söz ediyoruz. O dönemde Batı’da Feodalite hâkim. Feodalite bölünmek demek, idari ve siyasi birliğin Senyörler, Derebeyiler vasıtasıyla yok edilmesi demek. Fransız devriminin ana motoru olan Burjuva kendisine ideolojisi olarak ulusçuluk kavramını seçmiştir. Burjuva sonra gözünü mevcut İmparatorluklara çevirerek, onları ulus ulus parçalamayı isteyecek ve başaracaktır da. Bu konuya ileride tekrar döneriz sanırım. İlk sorunuza vermeye çalıştığım cevaba devam edeyim isterseniz. Sorunuzu tekrarlayalım: Türk Milliyetçiliği Osmanlı’dan itibaren bu topraklarda neye karşılık gelmektedir? Sahi neye karşılık gelir? Soru içeriğinde köklere referans arıyor. Evet, referans nerede? Eğer referans “ İslam” ise neden birde “milliyetçilik” sözcüğüne ihtiyaç hissedilsin ki? Zaten Müslüman toplumların kahir ekseriyetinde o duygu- yani İslam- peşinen var. Feodaliteye karşıdır da diyemeyiz çünkü Doğu toplumlarında,evvela feodalite yok, bu bir. İkincisi feodalite batı toplumlarına has bir toplum düzeni. Evrensel falan değil yani. Ayrıca Osmanlı’da burjuva sınıfı da yok ki, ulusçuluk yapılsın! İşte bu nedenle diyorum ki İslam topraklarında Ulusçuluk hareketleri hiçbir şeye karşılık gelmiyor. 
-Türk Milliyetçiliği’nin ideologları milliyetçilik fikriyle ne yapmaya çalıştılar?
Açıkçası devleti kurtarmaya çalıştılar. Tıpkı diğer ideolojiler gibi, ama başarılı olamadılar aksine çok zarar verdiler yine tıpkı diğer ideolojiler gibi.
-Malumunuz “üç tarzı siyaset” çabasından biri olan milliyetçilikle; “İmparatorluk topraklarının korunması amacıyla son çare olarak görülmüştür.” inancı hakimdir entelektüeller arasında. Ama siz Milliyetçiliğin bize, batı tarafından özellikle; Osmanlılığı, Osmanlı şuurunu terk etmemiz için empoze edildiğini iddia ediyorsunuz? Nasıl temellendiriyorsunuz bunu?
Entelektüel çevrelerde hangi konunun enine boyuna incelendiğini gördük ki bu konuda ki kanaatlerine güvenelim. Önce bakış açısı lazım. Sen batı’yı ulaşılması gereken model olarak al, gelişme çizgisini evrensel yani bütün toplumların yaşaması gereken evreler bütünü olarak kabul et sonrada toprakların korunması konusunda beklenti besle. Kardeşim batı, imparatorlukları parçalama peşinde, ulus ulus bölmek peşinde. Bakın 1795 tarihli Fransız Halklar Bildirgesi ne diyor: “Kendisini oluşturan bireylerin sayısı ve üzerinde yaşadığı toprağın büyüklüğü ne olursa olsun,her halk bağımsız ve egemendir. Bu egemenlik başkasına devredilemez. Peki, “halk” ne? Halk ile ne kastediliyor, kapsayıcı bit tanımı yapıldı mı? Adam sende parçala gitsin işte. Bir şekilde ulus yarat. Peki, batı neden bu kadar ulusçuluk peşindeydi. Çok basit, çünkü burjuva kendisine teritoryal, yani toprağa sınır çizerek ancak palazlanabilirdi de ondan. Yani kurgulanan yeni dünyada batı kendi zaviyesinden çok haklı. Burjuva ancak bu şekilde gelişebilirdi. Bunu şu cümle ile de ifade edebiliriz: Ulus-devletin kapitalizmin gelişmesi ile yakından ilişkisi vardır. Vardır çünkü Hobsbawm’ın da belirttiği üzere aslında ulus, devleti değil, devlet kendi ulusunu yaratmıştır. Bir ulus demek burjuva için palazlanacağı pazar demektir. Bu piyasa da kazançlarını rasyonel şekilde azamiye çıkaracak, kayıplarını da en aza indirecektir. Sonra? Sonrasında dünya pazarına sıra gelecektir. Şimdi burjuva dünyaya açılırken karşısında kocaman bir Osmanlı mı görmek ister, yoksa topraklarında serpilmiş elliye yakın devletçik mi?
-Devletlerin Ulusları yarattığı sözünüz bana Massimo d’ Azeglio tarafından yapılan şu ünlü itirafı hatırlattı: İtalya’yı yarattık, şimdide İtalyanları yaratmalıyız”
Haklısınız! Üstelik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Türk Ulusu yaratma çabaları ile ne kadar örtüşüyor, değil mi?
-Yani Türk Milliyetçiliği topraklarımızı korumak şöyle dursun aksine toprak kaybımızı hızlandırdı diyorsunuz?
Tastamam öyle. Aslında amaç topraktan ziyade devleti korumaktı. Bunun da ancak Türk ulusuna dayanması ile sağlanacağı düşünülüyordu. En azından bazı kesimlerin kanaati bu yöndeydi. Mesele Cemal Paşa’nın Araplara olan şedit tavrının o zaman için hiçbir rasyonel izahı yoktur. Ama bunu fırsat bilen İngiliz araya girdi, satın aldığı kabile başkanları ile yeni yeni devletler kuruldu. Her petrol kuyusuna bir devlet! Adı ulus-devlet ama işlevi petrolün batı yararına çalıştırılması! Enerji üretiminin ve dağılımının batı kontrolünde olması… Aslında kurulan devletlerin hepsi Osmanlılığa yapılan bir ihanetin sonucu… Bunun bedelini bugün hepimiz, yani Müslümanlar olarak bizler ödüyoruz
-Laf Osmanlı’ya gelmişken yukarıdaki sorumu hatırlatayım: Siz milliyetçiliğin batı tarafından Osmanlılığın unutulması için empoze edildiğini mi iddia ediyorsunuz.
Elbette! Bunu anlamak için tarihe müracaat edilmesi lazım. Osmanlı tarihte hangi işlevi yüklenmiş bunu incelemek lazım. Bu ise önce bizde sahip olmamız gereken bir tarih anlayışını yani felsefesini gerekli kılar. Ben bunu tarihe bir üst plandan, pencereden bakmak olarak niteliyorum. Zaten bir perspektiften bakmazsak, olan biten olaylar yığını ile karşılaşır ve tarihten hiçbir şey anlamaz ve gereken dersi de çıkaramayız. Peki, tarihe hangi pencereden bakacağız? Karl Marks’ın sınıf savaşı formülü ile mi? İyi ama Doğu toplumları hiçbir zaman sınıflı olmadılar ki. Sınıflı toplum batı’ya has toplumsal ve coğrafi bir durumdur. Ya da tarihe İlkçağ-ortaçağ-yakınçağ diye parçalayarak mı bakalım. Bakamayız çünkü bunlarda batı’ya haiz tanımlar. Yani bizim toplumumuzda karşılığı yok… İlkçağ köleci, Ortaçağ feodal ve yakınçağ kapitalist toplum. İfade etmeye çalıştığım gibi bunlar lokal yani batı’ya has dönemler. Doğu toplumları hiçbir zaman ne köleci oldu ne feodal nede şimdi kapitalist. O zaman tarihe hangi açıdan bakacağız. Bu konuda merhum Kemal Tahir ile ortaya atılan ve merhum Baykan Sezer tarafından geliştirilen ve günümüzde değerli talebeleri tarafından izlenen Doğu-batı çatışması penceresinden olaylara bakmamız gerekmektedir sanırım.
-Osmanlılığı anlamak da buna dahil değil mi?
Elbette! Özellikle Osmanlılığı anlamak için… Zira tarihin cereyan ediş tarzı kendisini Doğu-batı savaşı olarak ortaya koymuştur. batı da Doğu da birbiri ile olan ilişkileri içerisinde gelişmiştir. Ama ilk kez ortaya çıkan Doğu medeniyetleridir. Çin, Hint, İran, Mısır gibi. batı medeniyet ile ilk defa Yunan ile tanışır. Baykan Sezer bunu batının ilk kez varlığını hissetmesi olarak niteler ki doğrudur. Yunan Doğu ile ilişkiler kurar bunlar iki türlüdür. İlki ticaret. İlk defa Şehir devrimini yapan Doğu’nun hammadde ihtiyacını ticaret ile karşılar. İkincisi ise soygundur. Dünyada korsanlığı ilk icad eden toplum Yunan toplumudur. Batı ilk Dünya Hâkimiyetini ise Roma döneminde tadar. Bu bakımdan Yunan-Roma geçmişi batı için hala çok önemlidir. Bakmayın bize geçmişimizi unutmayı salık vermelerini, onlar geçmişlerine son derece sahipler. Siz İngiltere’de yahut Fransa’da hiç harf devrimi yapılacağını tahayyül edebilir misiniz? Adamlar hiç mi zor zamanlar geçirmediler? Çok! Ama hiçbir zaman çareyi kütüphanelerine kilit vurmakta aramadılar… Gelelim Osmanlılığa. batının soygununa karşı her zaman güçlü bir devlet var olmuştur. Doğu’da halkları ve zenginliklerini koruyan bir devlet. Bu Asurlardır, İran’dır, Araplardır, fakat en son olarak bu işi en mükemmel şekilde Osmanlı yapmış ve batının karşısında soygununa engel bir devlet ortaya koymuştur. Merhum Baykan Sezer eserlerinde bu konulara detayları ile değinir. İşte Osmanlılık budur. Ve batının Osmanlılıktan hiç hazzetmeyeceğini bilebilmek içinde öyle çok zeki olmaya falan gerek yoktur; yeter ki aklımızı bazı ideolojilerin dar kalıplarına hapsetmiş olmayalım.
-Güzel de nihayetinde Osmanlı Devleti geri kaldı ve yıkıldı
Evvela şu hususun altını çizelim. Osmanlı Devleti geri kalmadı, sadece işlevini yapamaz oldu. Çünkü batı açık denizlere dalarak Amerika Kıtasını keşfetti, Afrika’nın en güney ucunu keşfetti. Orayı da geçerek Osmanlı ile temas etmeden Hindistan’a ulaştı. Dahası Antartika kıtasını keşfetti. Gemilerle zenginlikler batıya aktı. Yani Osmanlı koruyuculuk işlevini yerine getiremez, soyguna “dur!” diyemez oldu. batı taşıdığı zenginlikleri ne yapacak? İşleyecek! Bu ise endüstri devrimini tetikledi. Nihayetinde Ticaret Burjuvazisi oldu mu sanayi burjuvası…
-Birinci Bölüm-