Bediüzzaman Mesnevî-i Nuriye isimli muazzam eserinin bir yerinde “kırk senelik ömrümde, otuz sene tahsilimde dört kelime ile dört kelam öğrendim” diyerek bir bahsi izaha başlar.

         Biz o bahse geçmeden, önemine binaen, aktarılan kısmı yeniden okuyalım ve bir soluk mesabesinde de olsa tefekkür edelim:

         Kırk senelik ömür yaşayacaksın ve bunun otuz senesini ilimle tahsil edeceksin.

         Bunca tahsil neticesi “ne öğrendin?” diye sorulacak olursa şöyle hülasa edeceksin: Dört adet kelime ve yine dört adet kelam.

         Gerçekten de çok ilginç, değil mi?

         Gelelim şimdi bu her biri dört adet olan, “kelime” ve “kelam” lafızları ile üstadın neye işaret ettiğine.

         Önce kelimeler: Mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar…

         Şimdi bu kelimelerin her birine biraz daha yakından bakalım.

         Mânâ-yı harfî: Anlaşılacağı üzere burada bir tamlama ile karşı karşıyayız. Birebir anlamı: “harfe ait mana” demek… Lakin bir harf kendi başına bir mana taşır mı? Taşımaz. Ancak bir kelime içinde ise bir görev yapar. Ve o kelime ile birlikte bir mana ortaya çıkar. İşte o kelimenin taşıdığı anlamı verebilmesi için her bir harfin yüklendiği bir vazife var. Harflerin birleşmesi ile birlikte bir anlam ortaya çıkar. O anlamın taşıyıcısına da kelime denilmektedir.

         Kâinatta bulunan varlıklarda aynen böyledir. Tıpkı bir harf gibidirler. Harfler gibi kendilerine dair bir anlam taşımazlar; yine harfler gibi kendilerinden başka bir manayı gösterirler. Kendilerinden öteyi işaret ederleri…

          Bir yaratıcının eseri olduğunu dile getirirler.

         Mânâ-yı İsmi: Bu tamlamada isme ait mana demektir. İsim ise bir mana demektir. Her isim bir manayı sırtlanmış ve taşımaktadır. Ve o ismin taşıdığı mana bir başkasına değil kendisine işaret eder.

         Niyet ve nazara gelince: Eğer senin niyetin camı görmekse aynaya baktığın zaman camı görür kendini görmezsin; yok eğer niyetin camı değil kendi aksini görmekse o zaman aynaya baktığın zaman camı değil kendi cemalinin yansıdığını görürsün.

         İşte niyet ve nazar… Niyetin  ne ise nazarın/ gördüğünde odur….Mesele bu denli açık ve basit!

         Bu bağlamda Üstad diyor ki: Nimete baktığın zaman nimet verici olanı, sanata baktığımız zaman sanatkârı, sebeplere baktığımız zaman asıl müessiri fikre getirmek lazım.

         Sebebe takılıp kalma müessire bak…

         Tamam, sebepler var; lakin sebepler kendi başına müessir değil. Hakiki müessirin tesirinin ortaya çıkması için yine onun tarafından konulmuş olan bir yasa.

         Mesela,  çocuğun ancak anne ve babasının birlikteliği ile olması bir sebep, lakin o sebep görüntüsü arkasında yaratan güç Allah. Yoksa anne baba birleştiler diye çocuk meydana gelmiyor.

         “Çocuk yapma” lafı ne kadar kulak tırmalayıcı değil mi? Mübarek sanki salata yapıyor! Hoş “salata” yapmakta, görünen failin gücü bakımından, “çocuk” yapmaktan pek de farklı değil ya!

         Üstad bu bağlamda “nazar ve niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder” buyuruyor.

         Yani: niyete yönelik bakış varlığın mahiyetini değiştirir.

         Ama nerede: Varlığın hakikatinde mi? Asla! Bizim bakış açımız varlığın hakikatini asla değiştirmez. Çünkü varlık hakikatini kendinde yüklenmiştir. Yaratan, hakikatini onun sırtına mühürlemiştir.

         Peki, o zaman “niyet” vasıtasıyla mahiyet nerede değişir?

         Bizde; zihnimizde; iç dünyamızda…

         İşte ideolojilerin en muzır yeri bence burada saklı!

         Lafı Nietzsche’ye getirecek olursak: “oluş” şeklinde getirilen bir izah, sadece ve sadece bizim niyetimize yönelik bir bakışın eseridir. Yoksa varlık “oluş değil “yaratılış” olarak mânâ-yı ismî ile her dem zaten haykırmaktadır.

         Şimdi de gelelim üstadın dört kelamına:

         İlki: “Ben kendime malik değilim”

         İkincisi: “Ölüm haktır”

         Üçüncüsü. “Rabbim birdir”

         Sonuncusu: “Ene” veya değişik ifadeyle” Benlik”…

         Rabbinin sıfatlarını ve işlerini kavramak için senin eline verilmiş olan bir vahid-i kıyasi; yani: ölçü birimi.

         Bence bu dört kelama ulaşmanın sırrı, dört kelimedeki üçüncüsüne yani niyete sıkı sıkıya bağlı, boşuna demiyorlar “niyet hayır akıbet hayır” diye!

         Niyetin ne? Bunun tespiti için “ene”ye sorulacak şu soruya alınacak cevap son derece önemli, hatta bence belirleyici.

         “Kul” olmak nefsine ağır geliyor mu gelmiyor mu?

         Senin niyetin bu soruya vereceğin cevapta saklı…