Kelle hesabına göre bir buçuk milyara ulaşan ama içlerinde ‘akide ve ümmet’ bağlarının bir anlam ifade etmediği, kardeşlik ve hukuksal olarak bir değeri ve yaptırım gücü olmayan sadece kimlik kartında Müslüman yazan bizlerin halinden bahsedeceğim.

Bu sayının içinde uyuşturucu kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti yapan, şehit kanıyla sulanmış vatanını gayri Müslimlere peşkeş çeken, haksız yere tavuk keser gibi insan öldüren, çek- senet mafyalığı yapan, basit bir beğeniyle başlayıp sonradan insanların birbirlerini öldürdüğü futbol fanatizmi, fuhuş, içki, kumar gibi pek çok yasağı sıradanmış gibi işleyen sayısız insan var.

Bu konular açıkçası bizim ‘cahiliye’ diye isimlendirdiğimiz dönemde yaşananların tıpatıp karşılığıdır. Yani Müslüman bir topluma ait değil de ‘müşrik’ yani Allah’a ortak koşan bir toplumun özellikleridir.

İslam toplumunu böyle bir bozulma ve çürümeye sevk eden suçlular sadece İslam dışı güçler mi? Hayır. Bizim içimizden olan yani anne ve babası Müslüman olan, yine bu bir buçuk milyar insanın içindekilerdir. Bu yüzden kimliğimizi sorgulamak gerekiyor. Sahih din anlayışına acilen ihtiyacımızın olması, toplumsal bozulma ve çürümenin önüne geçmezsek yangının her tarafı saracak olmasıdır.

Yukarıdaki olumsuzlukların yaşanmasında Müslümanlarda adına yön yitimi mi dersiniz, eksen kayması mı dersiniz, çizgiden sapma mı dersiniz, savrulma mı dersiniz ne derseniz deyin bir bozukluğun olduğu el - Hak doğrudur. Müslümanlar, Kur’an’ın belirlediği ve Hz. Peygamberin hayatında uyguladığı kriterlerden uzaklaşıp dünyalık peşinde fazla koştukları için kutsaldan sapma var.

70’li ve 80’li yılların Türkiye’sinde okunan ve tartışılan konular ile şimdiki Müslüman gençlerin konuşup tartıştığı konular bile çok farklı. 70’li ve 80’li yıllarda Türkiye’de gençler Hasan el- Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi gibi İslami mücadelenin içinde olanların yazdığı kitapları okur sistemleri sorgular ve İslam’ın yasakladıkları ile mücadelelerini eylem ile sürdürürlerdi. Günümüz gençliğinde ise eylemsizlik hâkim. Bu durum rahmetli Cahit Zarifoğlu’nun ‘Daralan Vakitler’ şiirinde dile getirdiklerini hatırlatıyor.

“…Hani ceylanların

Hani cihat marşın

Bir yumruk harbinden nasıl kaçtın

En arka safta bile kalmadın

Cengi attın dünyaya daldın

Tezeğe konan sinekler gibi”

Özellikle son on-on beş yıldan bu yana giderek arttığı söylenen muhafazakâr din anlayışını kimse inkâr edemez. Anlatılan bu İslam gerçek bir dindarlaşma mı getiriyor? Maalesef hayır. Kur’an ve Hz. Peygamberin belirlediği ilkelerden uzak. Gelenekselci bir yaklaşım var, taklitçi anlayış hala devam ediyor. Yani anlatılan bilginin araştırılıp düşünmeden, toplumumuzun önüne nasıl servis edildiyse ‘doğru’ kabul edilmesi anlayışı hâkim.

İmkânların oldukça geniş olduğu günümüzde bu durumun böyle olmasında medyatik olmayı başarmış bazı şahıslar ön plana çıkıyor. Bunlar televizyonlarda dini program yapıyorlar. Ne var ki bu kimselerin temeli olmayan hikâye ve kıssa mantığı üzerinden İslam’ı anlatmaları toplumumuzun gerçek dindarlaşmasına değil de sadece muhafazakârlaşmasına katkı sağlıyor.

Her yıl ramazan ayında bütün gazete ve TV kanallarının nasıl dindarlaştıklarını bilmeyenimiz yoktur. Dolayısıyla toplumda bu durumdan etkilenir. Ve ‘Ramazanda imamdan, Haziranda yılandan geçilmez’ sözü böylelerini ifade etmek için söylenmiştir. Ama bunların pek çoğunun derdi İslam’ı ne adam gibi öğretmek ne de yaşamaktır. Bu durumu fırsata çevirmeyi düşünürler. Aslında hiçbir İslami hassasiyeti olmayan bu insanları Müslüman toplum; dine karşı olduğumuzu falan zannetmesin, Müslüman olduğumuzu ve İslami hassasiyetler taşıdığımızı(!) herkes görsün ve bilsin türünden mesajlar vermektedirler.

Kapitalizmin değirmenine nasıl su taşınır? Sorusunun cevabı buradadır. Müslümanlara öyle programlar hazırlayalım ki bu bizim için hem dindar olduğumuza(!) bir işaret olsun hem de bir kazanç kapısı olsun. Medya sektörünün Kur’an ayı olan Ramazan ayını rant’a çevirmesi işte budur. Bunun içinde medyatik olmuş pek çok zevatı din anlatmak için kendi televizyon ve gazetelerine çağırırlar. Bu kimselerin anlatmış olduğu din ise hurafe dolu, israiliyyat kaynaklı hikâye ve menkıbelerden oluşan, incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerin fetva olarak defalarca anlatıldığı folklorik bir dindarlıktan ibarettir. Verdikleri vaaz ve nasihatlerde sadece yapılması gereken bir takım ibadetlere ait ritüelleri ziyadesiyle anlatırlar.

Ayrıca yazdıkları kitapları reklam yapmak için de iyi bir fırsat bulmuşlardır. Anlatmış oldukları din ise yaraya merhem olmamakta, tam tersine yara giderek derinleşmektedir. Yani kurbağayı ürkütmek için taş atılmamaktadır.

Ramazan ayı geldiğinde muhafazakârlaşmanın kaliteli olduğunun ispatı kısaca şu yapılanlarda ortaya çıkmaktadır. ’oruç baba türbelerinde sirkeyle iftar açmak’, Hz. Peygamberin sakalını veya Hırka-i şerifini ziyaret etmek, mukabeleler okumak, vb. bu yapılanlar ramazan ayı bittiğinde de sona eriyor. Maalesef karşımıza ramazan Müslümanlığı diye isimlendirilen bir dindarlık çıkıyor. Bu yapılanlar ise malesef Müslümanların Öz’e dönüşlerinde bir değişim gerçekleştirmiyor. Hastalık devam ediyor. Basite indirgenmiş din algısıyla adeta cennet garanti altına alınacakmış gibi bir durum ortaya çıkıyor.

İşte burada şu soruların cevabının verilmesi gerekiyor. Ne oldu bize de adına Ramazan Müslümanlığı denen bir dindarlık çıktı? Müslümanlarda bir eksen kayması mı var? Modernlikle gelenek arasında gidip gelmenin getirmiş olduğu yaşantı ve düşünceden nasıl kurtulacağız? Modern çağda yaşıyoruz deyip laiklere yaranmak için modernist veya çağdaş bir din algımız mı olsun? Yoksa gelenek olmazsa olmaz deyip geleneği korumanın derdine mi düşelim? Açıkçası bu soruların cevabı çok uzun ve bu işi kendine dert edinenler pek çok platformda bu sorulara cevap bulmaya çalışıyorlar.

Ancak sağa veya sola yalpa yapmış olan eksenimizi düzeltmek, Müslümanca duruşumuzu tekrar düzene sokmak, kaybetmiş olduğumuz ahlakımızı, değerlerimizi ve İslami kimliğimizi yeniden hayatımızın merkezine koymak için bu meseleyi kendine dert edinenlerin, kısacası Müslümanım diyenlerin kendilerini ve yaşadıkları İslam’ı önce Kur’an’a sonra da Kur’an’ı hayatıyla yaşayıp tefsirini yapan Kutlu Nebi Peygamberimizin hayatına arz etmeleri gerekiyor.

Müslümanlarda kimlik kaybı olduğu kaçınılmaz. Taklitçi anlayış alabildiğine yaygın. Taklitçiliğin her türlüsü var. Kimilerince iyi dindar olmanın ölçüsü ‘geleneğin taklit edilmesi’, kimilerine göre ise buna alternatif olarak ‘modern zamanda yaşıyoruz, çağdaş olmak lazım’, düşüncesi var. Bunların yanı sıra ılıman, radikal, cemaat, tarikat, laik, sosyalist… din anlayışları günümüz Türkiye’sinde oldukça yaygın. Bu durumdan nasıl kurtulacağız? Çözüm nasıl olmalı?

Hz. Peygamber ve Ashab- Kiram’ın yaptığı gibi. Kur’an bize iniyormuş gibi, vahyi duyar duymaz, amel etmek için hemen almak, cahiliye adetlerini terk etmek, kendimizi ikna etmek ve tam bir teslimiyet ile yapılacak olan iman. Selam ve dua ile…