Gençliğimde roman okumayı pek kendime yediremezdim. Benim gibi son derece önemli işlerle meşgul kişiler bu tür edebi kitaplarla vakit öldürmemeliydi. Çünkü iddiasız insanların hoş vakit geçirmek için okuyacağı cinsten kitaplardı romanlar.

            Yanıldığımı anlamam için yarım asrı devirmem gerekiyormuş. Gerçi birkaç tane klasiklerden okumuşluğumda yok değildi, ama dediğim gibi roman okumak güya bana göre değildi.

            Şimdi keşke o zamanlar okuduğum kitapların arasına romanlarda sıkıştırsaydım diye üzülüyorum.

            Her neyse son zamanlarda okuduğum iki önemli roman var. İlki Orhan Pamuk’un “Kar” isimli romanı. Yazar bu romanında İslamcıları konu edindiği için bayağı ilgimi çekti.

            Ama asıl bahsetmek istediğim ikinci roman Metin Akbaş tarafından kaleme alınan “Nişancı” isimli roman.

            İnanın bu romanı okuduğum zaman, yakın geçmişle ilgili pek çok kanaate sahip oldum. Hamidiye alayları, Kürtler, Ermeniler, Şeyh Sait kıyamı; yaşanan zulümler, çekilen işkenceler ve insanların birbirlerine reva gördükleri katliamlar.

            Bu ülkenin insanları ne denli acılar çekmişler meğer…

            Roman yaşanılan gerçek hayattan devşirilen güzel bir senaryo üzerine bina edilmiş. Son derece akıcı ve sürükleyici bir dili var.

            Bir Kürt Alevi gencinin başından geçen olayları işliyor. Babası Hamidiye alaylarında cinayetler işleyen bu genç babasından kendisine kalan bu utanç dolu geçmişten kaçarken kendisini tamda şiddetin içerisinde buluveriyor.

            Çünkü köyün ağası ile Jandarma komutanı bu gence bir vatani(!) görev veriyorlar. Bu genç attığını vuran mükemmel bir nişancı… E nişancı olursunda vatana hizmetten geri mi kalırsın! O dönemde devletin başını kim ağrıtıyor: Şeyh Sait… İşte    gence Şeyh Sait’in infazı görevini veriyorlar… Tabii eline de mavzeri.

            Genç kabul etmiyor lakin ne çare, sevgilisi ve anası çoktan rehin alınmıştır bile… Denilmek istenen belli:  “Git vatani görevini yap ananı ve sevdiğin kadını kurtar… Yoksa? Yoksa sı belli! Yapmazsan sevdiklerinin ancak cesedini alabilirsin.”

            Genç gidiyor, Şeyhi punduna düşürüyor da… Lakin ah o vicdan yok mu o vicdan… Sahi insanlarda vicdan olmasaydı derin devletin kirli adamları ilelebet alt edilemezlerdi herhalde.

            Nihayetinde anası ve sevgilisi öldürülen bu genç şahsi intikamını aldıktan sonra soluğu Şeyhin yanı başında alıyor. Çünkü o artık Devlet tarafından aranan bir suçludur ve sığınacak hiçbir kimsesi de yoktur.

            Şeyhin karakterine hayran kalan bu genç onun yanından hiç ayrılmaz… Romanda gencin ağzından Şeyh Sait’in nasıl zamansız bir isyana sürüklendiği, nasıl oyunlar oynandığı, devlet tarafından satın alınan yakınları tarafından nasıl ihanete uğradığı ve nasıl idam edildiği son derece vazıh bir ifade ile anlatılıyor.

            Evet, Şeyh Said ve 47 arkadaşı İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanarak 29 Haziran 1925 günü idam edilirler.

            Kemalist Rejim dışarıya karşı Şeyh Said’in kıyamını” irticacı” olarak tanıtırken, içeride ise onun bir Kürtçü olduğu söylentisini, üstelik dış güçlerle ilişkili olduğu şeklinde yayar.

            Oysa o idama giderken “Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslam içindir” diyecektir.

            Ölümünün yıldönümü münasebetiyle bazı Sivil toplum Kuruluşları Şeyh Said gerçeği ile yüzleşme eylemi yaptılar. Bence iyide yaptılar.

            Zira tarihimizle yüzleşmek konusunda çok yaya kalmış vaziyetteyiz…

            Bu vesileyle okuyucularıma  “Nişancı”yı okumalarını hararetle tavsiye ediyorum.