Her yıl okullar kapanırken haziran ayında öğrenciler neşeli ve mutlu. Eylül ayında ise karamsar tedirgin ve üzgün…

-Oysa tersi olması gerekmez mi?

              Arkadaşlarından, sosyal çevrelerinden, top oynamalarından kopacak olmalarından dolayı hüzünlü; tekrar arkadaşlarıyla beraber olacağından,  oynayacağından, beraber birçok sosyal etkinlikler oluşturacak olmalarından dolayı çocukların; hevesli, heyecanlı, istekli olması gerekmez mi?

-Niçin okullarımız çocuklarımızı mutlu etmiyor?

-Okullar çocuklar için niçin bir cendereye dönüşüyor?

-Yanlış gelen ve yanlış devam eden nedir?

          İdarecisiyle, öğretmeniyle, velisiyle tüm sorumlular olarak bir vicdan muhasebesi yapmalıyız.

          İdareciler olarak geçici olan yönetme duygu ve iktidarından kurtulup; çocuk da olsa genç de olsa her iradeli varlık gibi; öğrencilerin onurlu yaşamayı hak eden, bu toplumun bağımsız özgür bir bireyi olduğunu kavrasak. Bunu kavradığımızda onurlu yaşam hakkına sahip kişiyi; ne azarlamaya, ne arkadaşları içerisinde küçük düşürmeye, ne saçıyla –sakalıyla-kılığıyla-kıyafetiyle-kravatıyla, uğraşmaya kalkışırız.

          Öğretmenler olarak tişörtünün rengiyle, saçının uzunluğuyla, elini cebine sokmasıyla, ayakkabısının bağcığını bağlamamasıyla, oturacağı yerle uğraşmanın; onurlu yaşam hakkına sahip bireyin (öğrencinin) kişiliğine bir müdahale olduğunu, sosyal ortam içerisinde haysiyetini zedelediğini, küçük düşürdüğümüzü kavrayabilsek.

          Bu genç dinamik beyinlerin düşünce, fikir, ilim düzeyinde geleceğe hazırlayan özel insanlar olduğumuzun farkındalığını yaşasak.

          Veliler olarak çocuklarımızı yarış atı gibi görmekten vazgeçip; hangi testi kaç yanlışsız, kimin çocuğunu hangi sıradan geçtiğiyle mutlu olup, hüzünlenmesek. Okulu sadece meslek edinme kurumları olarak görme yanlışlığından vazgeçebilsek.

          Sendikalar, sivil toplum örgütleri olarak öğretmenlere karşı uygulanan şiddet karşısında nasıl bakanları istifaya davet edebiliyorsak aynı haklı gerekçelerle öğrencilere de uygulanan her türlü maddi-manevi şiddet karşısında şiddeti uygulayanı istifaya davet edebilsek.( yahut da; biz sendikalar sizlerin hakkını savunamayız; sizler de haklarınızı korumak için sendikalar kurun diyebilsek!)

         -Bunların farkındayızdır. Ama hangi idareciye sorsak; yönetmelik, tüzük der.

         -Hangi öğretmene sorsak; kendi öğrenci hayatını referans verir.

         -Ve hangi veliye sorsak; haklısın ama sistem böyle kurulmuş demektedir.

Hayır…

Hiçbir yönetmelik, tüzük, kendi öğretim hayatımız ya da sistem;

Çocukların onurundan daha önemli değildir.

Bu sebeple;

            Bir öğrenciyi arkadaşları içerisinde küçük düşürmeye, onurunu rencide etmeye, zorlamaya, fiziki veya manevi şiddet içeren davranışta bulunmaya hakkımız yoktur.

            Olmayan hakkı kullanmaya kalkan kim olursa olsun zulüm işlemektedir.

            Öğrencileri tek tip, sürü psikolojisi ile eğitmek keyfinden vazgeçsek; sürekli ürettiğimiz anlamsız –günübirlik-göreceli-geçici gerekçelerle (kıllık kıyafet zorunluluğun, tören baskısı, saç sakal kontrolü, ödev yapma baskısı vs.)   disiplin altında tutulacak az gelişmiş mahlukat gözüyle bakmaktan vazgeçsek.

            Onurlu bir yaşamın içerisinde renkli öğretim koşulları sunarak; düşünce, fikir ve ideallerinin oluşmasına katkı sağlayabilsek;

           Bize yapılmasından rahatsız olacağımız davranışları onlara yapmaktan vazgeçsek;

           Belki o vakit her şey eskisi gibi olmayacak ve çocuklar okullar kapanırken hüzünlenecek; açılırken hüzünlü eylül ayında coşkuyla sevinecektir.