Abdullah Öcalan ile resmi makamların yürüttükleri barış görüşmeleri pek çok kesimi rahatsız etti. Özellikle de yurt dışını. Bu yüzden Öcalansız bir PKK için kampanyalar yürütüldüğü biliniyor. Sempatizan halka kabul ettirebilseler hemen uygulamaya konulacak ama halkın tepkisinden korkuluyor.
            Gösterilen sebep şu: Öcalan Türk Devletinin elinde... İşin garibi bu operasyonu dillendirenlerde Batı’lı Devletlerin elinde! Özellikle Almanya’nın; o kadar ki IŞİD bahanesiyle PKK’yı sokağa döken bir parti liderinin Almanlarla olan sıkı-fıkı ilişkisi yazılıp çizilmeye başlandı bile.
            Peki, bu Batı bizden ne istiyor?
            Sorunun cevabı çok basit: Batı kendi iç sorunlarını evrenselleştirip dünyadaki stratejik bölgeleri rahatça elinde tutabiliyordu. Toplum içi sınıf çatışmaları, toplumlar arası çatışmalar ve örgütlü Kilise ile Burjuva arasında olan çatışmalar, Batı’nın kendi iç çelişkileriydi. Ama evrensel hale getirilmişti. Emek-sermaye çelişkisine dayanan sosyalizm çözümü  öldü. Yetmedi SSCB-ABD başta olmak üzere ulus-devletlerarası rekabette günümüzde görünmez oldu.
Yaşanan değişiklikler, tarihe yön veren asıl çatışmanın, yani Doğu-Batı çatışmasının bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmasına ve görülür olmasına sebebiyet verdi.(Ertan Eğribel-Ufuk Özcan. Sosyologca Dergisi sayı:3 Sf:9)
Bunun yanında Ortadoğu coğrafyasında laiklik akımı  da her geçen gün itibar kaybediyordu. Batı’daki Kilise Kurumu gibi örgütlü bir Caminin olmaması Batı’nın kendi problemine çözümü olan laikliği, anlamsız kılmaya başlamıştı. Tarihi ve kültürel dayanaklardan yoksun olan bu müessesenin esbab-ı mucibesi tartışılır hale gelmişti.
Yaşanan bu gelişmeler Batı’da tekrar Doğu Sorununu depreştirdi. Doğu Sorunu: Doğu-Batı ilişkilerinin düğümlendiği belli stratejik bölgeler üzerinde Batı’nın denetim kurması çabasıdır. Batı karşısında Doğu’nun temsilciliğini üstlenecek, öncülüğünü yapacak askeri-siyasi güçlere karşı alınacak olan ortak tavırdır.(Sf:10)
Merhum Baykan Sezer’inde ısrarla üzerinde durduğu üzere, Doğu, İslam dininin etrafında toplanarak, Batı saldırganlığı karşısında kendisini korumuştur. Bunun en büyük delili Birinci Dünya savaşından sonra İngilizlerin Halifelik kurumunun kaldırılması hususundaki ısrarlı tavrı olsa gerektir.
Günümüzde Batı içi çelişkilerin sona ermesi neticesi Doğu-Batı çelişkisinin yeniden hissedilmesi üzerine Doğu Sorunu ile tekrar yüzleşen Batı yeniden tedbirler almalıydı.
Bu tedbirleri ise iki ana konu etrafında ele almak mümkün: İlki İslam’ı itibarsızlaştırmak, ikincisi ise Ortadoğu’yu daha da parçalamak yani Balkanlaştırmak!
Bunun için aniden IŞİD namıyla bir örgüt türedi. Bu örgüt propagandasını kafa kesmekle yapıyordu. Dünyanın hangi dini, ideolojik, siyasi veya toplumsal hareketi kafa kesmek suretiyle, üstelik görüntüleri kaydederek dünya insanlığının beğenisine(!) sunar ve kendisinin tanıtımını yapar? Ama bu örgüt yaptı. Üstelik İslam Halifeliğini kurduklarını söyleyerek yaptı.
Böylece İslam adına yeşeren ümitleri karartmaya çalışırken, Doğu’nun Batı karşısında kendisini koruması için en önemli bir tarihi müessese olan “Halifelik” kurumunun adını aşağılamak suretiyle.
İş bununla kalsa yine iyi! Bu örgüt Birinci Dünya savaşında cetvel marifetiyle çizilen sınırlar arasında peyda edilen Ulusları bile parçalamaya başladı. Uluslar yapaydı, ama din ve mezhep ayrılıklarının tarihi kökleri vardı ve kurcalanması çok tehlikeliydi. Bu örgüt bu coğrafyada dini ve mezhebi fay hatlarını kaşıyarak bütün halkları birbirine düşman haline getirmeye başladı.
Yani yok edilmeye çalışılan Osmanlı Barışıydı. Yahut Osmanlı barışına Batı son ve en amansız darbeyi vurmayı amaçlamıştı. IŞİD için eleman bulmak zor olmasa gerekti. Batı’nın bu coğrafyada zulme uğrattığı halklar içerisinde, içi kin ile dolu gençler bir araya getirilmek suretiyle iş kotarıldı.
Osmanlı Barışının zihni temelini nasıl İslam oluşturuyorsa harcını da iki temel unsur oluşturuyordu: Türkler ve Kürtler... Süregelen Kemalist politikalar ile Kürtler Türkleştirilmeye çalışılmıştı. Oysa bu Osmanlı Barışına tamamen aykırıydı. Araya sokulan nifak çok büyük zayiatlara sebebiyet vermeden Devlet yanlış politikalarından vazgeçti. Barış sürecini başlatarak tamir işlemine girişti. İşte bu Batı için asla kabul edilebilir ve katlanılır bir sorun değildi. Bu ‘Doğu sorunu’ da behemehâl halledilmeliydi. Yeniden kan dökülmeli, iç savaş çıkarılmalı, Türkiye bölünmeli ve Türkler ile Kürtler arasına uzun yıllar sürecek kan davası sokulmalıydı.
Yetmez Ortadoğu’da yeniden laiklik bayrağını taşıyacak bir unsur bulunmalıydı. Buna en uygun olan toplumda Kürtlerdi. Çünkü Kürtler en son Batılılaşan toplumdu. Yani Ümmete en son ihanet eden topluluk... O zaman bu bayrak hazır onların eline tutuşturulmalıydı.
Bu nedenle son kalkışmada PKK bir yandan devletle savaşırken öte yandan bilerek ve isteyerek bir PKK-Hizbullah savaşını başlatmak için elinden geleni ardına koymadı.
Kısacası gerek IŞİD ve gerekse PKK aynı değirmene su taşıyordu. İslam’dan soğutmak ve coğrafyayı Balkanlaştırmak!
Tarih tekerrürden ibarettir, fakat ders alınmadığı sürece. Bakalım bu seferde Batı yine bizlerin elleriyle Osmanlı Barışının kanatlarını kırabilecek mi?