Sinsi ve tahrip edici politikaları ile meşhur soğuk yüzlü İngiliz siyaseti hilafet karşısında da aynı tutumu takınmakta gecikmedi.

            Kurumun hem kendi aleyhlerinde kullanılmasından son derece ürküyor,  hem de hilafetin kendi çıkarları doğrultusunda nasıl yönlendirileceğinin hesabını yapıyordu.

            İngiliz Dışişleri Bakanı Danışmanı Gorge Percy Badger Osmanlı hilafeti hakkında Dışişleri Bakanlığına bir rapor hazırlayarak “Peygamberin Arap olduğu için hilafetinde Arap kurumu olduğundan” söz ediliyordu. Badger şöyle diyecektir: “İngiltere Araplar üzerindeki Osmanlı otoritesini genişlemesini önlemeye çalışmalıdır” ( Azmi Özcan İngiltere’de hilafet tartışmaları. Hilafet Risaleleri 1. Cilt içinde. Hazırlayan İsmail Kara)

            1877 yılında Liberal partinin milletvekili olan SirGeorge Campbell aynen şöyle söyleyecektir :Türk Sultanının Müslümanların başı olması,  Rusya çarının Roma Katoliklerinin ve İngiltere Protestanlarının başı olmasından daha öte bir şey değildir” ( Ş. Tufan Buzpınar 2. Abdülhamit döneminde Osmanlı Hilafetine muhalefetin ortaya çıkışı. Aynı eser içerisinde )

            Tamam, hilafet Türklerden alınacaktır ama nasıl? Bu ve bunlar gibi düşünen İngiliz siyasetçilerine göre bunun iki nedeni vardı: İlki Halifeliği Osmanlılara devreden Mısır’daki Abbasi hilafeti gerçek değildi; ikincisi ise Osmanlı Sultanları Kureyş soyundan gelmiyorlardı.(T.Buzpınar)

            İngiliz Dışişleri Bakanlığının bu çalışmalarına Hollandalılardan bile iş birliği teklifi geldi. Onlara göre de İslam dünyasını birliğe doğru götürmeye hedefleyen bu oluşumun varlığı eğer bir şeyler yapılmazsa Hıristiyan devletleri için çok ciddi sonuçlar doğurabilirdi. ( A. Özcan)

            Bütün bu söylemlere karşı en ciddi tepki yine bir İngiliz olan Türkolog Redhouse’dangeldi. Aynı zamanda meşhur sözlük yazarı da olan Redhouse ileri sürülen tenkitleri yanlış olarak değerlendirir. Çünkü Osmanlı hilafeti yeni değildir. Bütün Sünnileri kapsamaktadır. İkincisi ise Halifenin Kureyşlilerden olması görüşü ilk dönem İslam Hukukçuları arasında tartışılmış ve  söz konusu hadisin Peygamberin emri olmadığı sonucuna varılmıştır.

            Redhouse bununla yetinmeyip asıl endişesini şu cümlelerle ifade edecektir:

            “Osmanlılar hilafeti üç buçuk asır ellerinde bulundurduktan sonra tenkit etmenin bir faydası yoktur. Son olarak, tenkitler münasebetsizdir, çünkü İngiliz Hükümetine tabi kırk milyon Müslüman vardır” ( T. Buz pınar)

            İngiliz siyasetinin bütün ihtimalleri gözeterek yaptığı çalışmada büyük sözlük yazarımız tartışmanın bu tarafında yer alıyordu.

            Ancak kendisini Birdwood cevaplandırdı. Ona göre zamanın Sünnileri İslam’ı bilmiyorlardı. Gerçekte Osmanlı hilafeti gayrimeşru idi. Ve genel olarak kabul edilmiş dini inançlara aykırı idi. Dolayısıyla hilafet Mekke emirleri tarafından üstlenilmeliydi. ( T. Buzpınar)

            Hiçte yabancı gelmedi, değil mi? Biz Müslümanlara birileri hep gerçek İslam’ı(!) anlatmışlar, bizleri gerçek olmayan İslam’dan ve istismarcıların ellerinden kurtarmışlardır... Kimilerine göre de böylece din  dünyanın kirli işlerinin kurtarılıp(!) inananlarının tertemiz vicdanına terk edilmiştir!?

Dünde böyleydi bugünde böyle! Ama artık kabak tadı verdi!

            Tekrar İngilizlere dönelim. Birdwoord bu söyledikleri ile iktifa etse yine de iyi, hazret bizim geri kalmışlığımıza kafa yorup sebebini ortaya koymaktan çekinmez, daha doğrusu hayâ etmez:

            “ Osmanlı hilafeti gayrimeşru olup İslami temelleri bulunmamaktadır. Buna rağmen dünya Müslümanları arasında kabul görmesi ise, İslam dünyasına hakim olan cehaletten dolayı Osmanlı Sultanı bu iddiasından vaz geçerek unvanı Mekke Şerifine iade etse, şark meselesi hallolma yoluna girecektir”

            Times gazetesinde 10 Ekim 1877 tarihli yazısında bu görüşleri savunan Bidwoord daha ilerilere gidip, İslam dünyasının geri kalmasından sorumlu olanın Osmanlı hanedanı olduğunu bu hanedanın yıkılması ile Müslümanlar arasında bir canlanma ve düzelme başlayacağını uzun bir süre çeşitli gazete ve dergilerde işler. ( A. Özcan)

            Birden aklıma bir şarkı geldi: Aman petrol, canım petrol/ artık sana muhtacım petrol.

            Devam edeceğiz, inşallah.