Her devrin bir ruhu vardır; ruhunda sembolü... Ruh, döneme ismini verir,sembol ise ruhu hatırlatır.
    Mesela eski Yunanda ruh spor ve güzellik üzerinedir... Bu ruh dönemin sanatkârlarınca heykel ile sembolize edilmiştir. Hatlarını belirgin kılan insan vücudu heykelleri ile.
    Hatta dönemin filozoflarının bile aynı hususiyet dikkate alınarak anıtları yapılmıştır. Hepside sporcu gibi kaslı vücuda sahip olarak yontulmuşlardır.
    Buradan hareketle şöyle bir soru sorsak nasıl cevap verilir acaba?
    28 Şubat döneminin ruhu ve bu ruhu temsil eden sembol nedir?
    Mesela ülkenin Başbakanına sövmek ruh, küfürbazlık da sembolüdür desek?
    Veya varlığını, ödediği vergilere borçlu Milletine caka satmak ruhtur, tank da o ruhun sembolüdür mü desek?
    Ya da kendi toplumunun aleyhine casusluk yapmak ruhu, andıç da sembolü oluşturur mu desek?
    Yahut kelli felli yargıçlara brifing vermek ruhtur deyip, ayakta alkışlamanın sembol olduğunu mu kabul etsek?
    Bu örnekleri çoğaltır ve hepsine hak da verebiliriz.
    Ama bana sorulacak olursa tercihimi şu yönde kullanırım:
    Bence 28 Şubat döneminin ruhu “dışarı, dışarı” sloganda içkindir. Daha açık bir ifade ile millet iradesinin “dışarı” edilmesi halidir.
    Peki, bu slogan kime karşı atılmıştır: Merve Kavakçının şahsında Milletin iradesine karşı.
    Daha da önemlisi kimler tarafından atılmıştır: Milletin temsilcileri tarafından.
    Nerede: Türkiye Büyük Millet Meclisinde
    Yani?.. Yani si şu: Milletin iradesi milletin temsilcileri tarafından milletin meclisinden dışarıya sürülmüştür.
    Ne müthiş bir ironi değil mi?
    El çırpmak suretiyle atılan bu slogan sadece Mecliste mi yankılanıyordu?    Elbette ki hayır! Sözüm ona “sivil” toplum örgütlerinde, beşli çete adını kendilerine yakıştıran mesleki kuruluşlarda ve en önemlisi medyada.
    Yaşananlar o dönemde bazı kesimlerin ruhuna “postal” sevgisinin ne denli içirilmiş olduğunun da göstergesi olmaktadır.
    Tamam, dönemin ruhunu anladık: Milletin iradesinin hiçlenmesi, ötelenmesi, dışlanması da sembolü ne?
    Postal mı? Pek yakışır, ama bence değil!
    Peki, ne o zaman? Bence kameralar önünden kaçan küçücük bir çocuk. Ve bu çocuğun arkasından kovalayan yaşıtları.
    “Türkiye laiktir laik kalacak” nakaratıyla kovalayan küçücük çocuklar...
    Ve yaşanan bu dramı kayda almak için paldır küldür koşuşan kameramanlar. Amaç bilinçli tertiplenen bir linç vakıasını tespit edip ekranlarda topluma seyrettirmek...
    Ruhlarına postal sevgisi sinmiş olanların zalim ruhlarını tatmin etmek...
    Evet, bence 28 Şubat döneminin sembolü bu “linç” vakası. Küçücük bir çocuğa yine küçücük çocuklar tarafından yapılan bir linç...
    Failleri de mağduru da masumlardan olan bir linç... Canavarlar başlarını önüne eğip kızaran yüzleriyle inlerine çekiliyorlar yaşanan bu alçaklık karşısında.
    Bu denli pervasızca kirletilen, kirletilebilen çocukların “ruhu” karşısında...
    Geçenlerde  “İnsan Hakkı İhlali Olarak Kadına Şiddet ve Toplumsal Etkileri” konulu panelde konuşan Merve Kavakçı “Ben Kendi adıma, millet adına bana uygulanan hukuksuzluğun hesabını yargı önünde soracağım” demiş.
    İyi de yapmış ve devamla şöyle bir tespitte bulunmuş: “28 Şubat’ın aşçılarının şimdiden mağdurlardan merhamet dilediğini ve rövanşist tavır takınılmaması yönünde açıklamalar yapılıyor.”
    Bunu derken yabancı baskılı bir kitabın arka kapağında basılı 14 yaşında bir kızın polisler arasında zorla başının açılması fotoğrafını da gösteren Kavakçı kendisine yöneltilen iade-i itibar ile ilgili sorulara da son derece anlamlı bir cevap vermiş:
    “İade-i itibar verilmesi gereken ben değilim. İtibarı verilmesi gereken meclis’tir” 
    Şimdi sorum vicdan sahibi olanlara: Kavakçı’yı hangi sözünden dolayı muaheze edebiliriz?
    Ne yani! Kavakçının küçücük çocuğuna ve diğer çocuklara o linçi layık gören medya patronları hesap vermesinler mi?
    “Gerekirse Silah Kullanırız” şeklinde basına küstahça beyanat veren Paşalar yargılanmasınlar mı?
    “Laiklik” adı altında çıkarılan kargaşada soyulan bankaların hesabı sorulmasın mı?
    Sayın Kavakçı haklı... Bence de o karanlık dönemin hesabı görülmeden defteri kapatılmamalı...