Daha öncede bahsetmiştim. Yolum ne zaman Ankara’ya düşse Kızılay’da Kafe Kurtuba’ya muhakkak uğrar, çayımı içer yeni çıkan kitapları karıştırırım.

            Zira Kurtuba bildik Kafelerden değil. Kitap-Kafe… Anlayacağınız kültürel amaca yönelik bir işletme. Kurtuba’ da konken veya iskambil kâğıdı misali oyun araçları değil, raflara dizilmiş kitaplar var. Tatlısından tostuna kadar sipariş verebileceğiniz yiyecekler yanında yine çeşitli içeceklerden de istifade edebiliyorsunuz. Tabii kitapları incelemek bedava; beğendiğinizin bedelini ödeyip satında alabiliyorsunuz.

            En önemlisi o mekânda çok hoş sohbetlere yelken açma imkânını da buluyorsunuz.

            Darısı bir üniversite şehri olan Isparta’mızın başına…

            Geçen hafta yine Kurtuba ’dayım. Elimde kitap, masamdaki sıcacık çayımı yudumlamakla meşgulüm. Çevremle ilişkimin tamamen koptuğu esnada telefonumun çaldığını fark ettim.

            İçimde rahatsız edilmişlik duygusunu hissetsem de bakmamak olmazdı. Telefonu açar açmaz içimi bir sevinç kapladı. Çünkü arayan kişi kendisinden uzun süre haber alamadığım eski dostum Erdoğan Yiğit’ti.

            Kendisine Ankara’da olduğumu ve Kurtuba’ da bulunduğumu söyledim. Hemen geleceğini söyleyip telefonu kapattı.

Erdoğan’da benim gibi Erzurumlu ve Isparta’dan evli. Bu bakımdan ikimizin de nüfus cüzdanında her ne kadar Erzurum yazsa da esasen Ispartalıyız.    

Benim büromu açtığım ilk yıllardı. Erdoğan Isparta’ya okumaya gelmişti. SDÜ jeoloji bölümünden mezun olduktan sonra Ankara’da iş bulmuş ve Jeoloji Mühendisi olarak çalışmaya başlamıştı.

Açıkçası 15 yıla yakın bir süredir birbirimizi görememiştik.

Bir zamanlar devlet yıkıp devlet kuran, sabahlara kadar sigara dumanları içerisinde dünyanın devasa sorunlarını çözen, sonrada günün yarısında uyanan kişiler, yıllar sonra karşılaştıklarında birbirlerinin ne düşündüğünü merak ederler. Kaçamak sorularla yoklamalar çekip, arkadaşının fikir ve düşünce dünyasında nelerin değiştiğini ve yıllara rağmen nelerin devam ettiğini keşfetmeye çalışırlar.

Ben biraz sonra başlayacak olan bu son derece haz verici maratonun heyecanı ile beklerken karşımda gülümser vaziyette dostum beliriverdi.

İşte o her zamanki samimi Erdoğan’dı. Sormadan anlatmaya hazır içi dışı bir Erdoğan.

Lakin havanın sıcaklığı yanında bir an önce gelebilmek gayreti nedeniyle oldukça terlemişti. Terinin soğuması için beklerken birbirimize hal hatır sorduk. İster istemez sohbet yıllar önceki beraberliğimize gitti. Erdoğan bu noktada beni son derece duygulandıran bir cümle kurdu:

“Abi o yılları unutamıyorum. Yaptığımız sohbetleri hep birlikte kitap okumalarımızı özlemle anmamak mümkün değil. Sonra düşündüm ‘neden bu özlem çekmem?’ diye ve cevabını da buldum. O yıllarda fikir dünyamın temelleri atılıyor ve şekilleniyordu. Ben esasen o çıkış noktasının,  zihni teşekkül kaynağının özlemini çekiyordum aslında”

Ben dostumu hayranlıkla dinlerken neden sonra “aslında ruh da aynen böyle!” demesi üzerine lafını bağlamak istediği yerin farklı olduğunu anladım ve biraz açmasını istedim.

“Ruh da bu dünyada hep bir özlem içinde! Onun özlemini dünyanın hiçbir nesnesi tatmin etmiyor. Çünkü o buraya ait değil. Ötelerden geldi. Çıkış noktası, yaratılış kaynağı öteler. O hep oraların özlemini çekiyor. Ancak kavuştuğu zaman özlemi sona erecek”

Doğrusu dostumu son derece bilgece konuşur bulmak beni ziyadesiyle mutlu etmişti. Anlaşılan oda benim gibi artık “ideolojik” yaklaşımlara hayatında elveda demişti.

Bir zamanlar bizi çok etkilemiş olan İmam Humeyni’nin devrimine sıra gelince ikimizde karşılıkla tebessüm ettik. Nostaljiydi bizleri aynı anda tebessüme sevk eden… Evvela ikimizde İran’ın bu denli bir “ulus devlet” halini alması karşısında şaşkın ve üzgündük.

İkincisi, böyle bir devrim için hala hevesli miydik? Dostum yine kendisine has gülümsemesi ile:

“Abbas abi, Allah adına zulmetmek, Laiklik adına zulmetmekten daha da korkunç olmaz mı?” sorusunu soruverdi.

Dostuma hak vermemek mümkün değildi doğrusu…

Konuşmamız ilerledikçe onunda benim gibi neden sonra Bediüzzaman’ın farkına vardığını görünce hem şaşırdım hem de sevindim doğrusu.

Birbirimizden habersizce yaşadığımız yıllar bizleri aynı yollardan geçirmişti anlaşılan…

Konuya devam edeceğiz, inşallah.