Her şair aşıktır. Kimisi çeşme başında güzele, kimisi kırlarda gelinciğe, kimisi bahçelerde hanımeline, güllere, dağ başında şakayık çiçeğine, morsalkıma…
Derviş Yunus’un dediği gibi “aşıklar ölmez ölen hayvan imiş”. Şairler ölmez şiirlerini okuyanın yüreğinde bir sızı olsa da yaşarlar. Şairler, tenhalarda, gecenin koyu karanlığında ya da herkesin ortasında kalabalıklarda yapayalnız kendi dünyasında.
Her şairin kanayan bir yarası vardır. Bir hıçkırık düğümlenir gözleri nemlenir şöyle doyasıya bağıra çağıra ağlayamaz. İçindedir onun feryadı, figanı, tüm acı ve sızıları.
Dizelere sıkıştırıverir bazen bir iki kelime. Bazen düzene, bazen düzensizliğe kızar. Bazen açığa vurur, bazen mısralara serpiştiriverir bir kaç kelime dayanamayıp yapılanlara şairler. Bazen akıbeti olur yazdıkları, bazen akıbetinden olur yazdıklarıyla. Bir şiirle taht kurduğu gönülden bir kelime ile sürülür, sökülüp atılır. Dilden sürülür, gönülden sürülür, bakarsın memleketinden sürülür. Daha bir hasret kokuludur mısraları. Gece gündüz olur. Kıvrımlı Anadolu bozkırını aşıp fakir bir kasabaya düşer yolu. Bazen bir adaya, bazen uzaklara çok uzaklara ve bazen karanlık odalara.
Şairler hisli bir okyanus, bir cümle ile tanıdığımız. Bazen anlayamadığımız. Yalnızlığa mahkûm çileli bir yaşam... Hiç bir şair rahat bir hayat sürmemiştir. Sürdüyse de şairliğinden ödün vermiştir. Şair Nesimi tam bu noktaya parmak basmıştır “Zahidin bir parmağın kessen dönüp Hakk’dan kaçar gör bu miskin aşıkı ser-pa soyarlar ağlamaz” diyerek. Kargalar bülbülden ne anlar ses sestir onun için hatta gür çıkan ses daha makbuldür onlarda.
Bir şair susar şiirleri konuşur onun yerine. Bir şair susar en güzel şiirini yazmamıştır henüz. Bir şair susar masumiyetiyle. Kargalar ötmeye başlar. Bir dönemi anlamak için o dönemdeki şairin hassas tartısına bakın. Geleceği okumak için geçmişe bakın. Şairler ne kadar çok incinmişse halkta incinmiştir.