Osmanlı Aydınının modernizmle imtihanının son perdesinde üç siyasi kimlik öne çıktı; İslamcılık, kavmiyetçilik, batıcılık.

                 İslamcılık; Osmanlı devleti ve Müslüman toplumların batı karşısında gerileyişinin nedenini dinden uzaklaşmalarına bağlayıp; kurtuluşun ve özgürlüğün tekrar hakiki, sahih dine sarılmakla mümkün olacağını savunmaktaydı.

                 Kavmiyetçilik; modern Avrupa da Kilise egemenliğindeki büyük devletlerin çözülmesi ve ırk temelli siyasi devlet yapılanmalarının popüler hale gelmesiyle; Osmanlıda da (çeşitli isyanların da etkisiyle) merkezi yapıda ancak ırk temelli çekirdek bir özün oluşturulmasıyla ayakta kalınacağı düşüncesinin ürünü olsa gerektir.

                 Batıcı kimlik ise; batının yaşadığı süreçler neticesinde modernizmle ulaştığı tüm değerleri! tıpatıp taklit ve tercüme etmenin devletin bekası ve yeni siyasal düzen için zorunlu olduğu düşüncesinde olan bir akımdı.

                Üç kimlikten ikisi (Kavmiyetçilik ve batıcılık ) 1923’ den 1945’e kadar tek vücut haline gelip, birleşti. Devlet yapısı kavmiyet esasına dayanan ve İsviçre’den, Fransa’dan, İtalya’dan birebir medeni hukuk, ceza hukuku, idare ve ticaret hukukunun tercüme edilerek topluma uygulanmaya başladığı yıllar oldu. Toplumun yüzyıllardır birikimi olan kanunlar, gelenekler, örfler artık bir gecede yoktu ve yerlerine yüzyıllardır mücadele halinde olunan devletlerin (Batılı devletlerin)  kendi toplumlarına uyguladıkları kanunlar konulmuştu.

                 Diğer kimlikse (İslamcılık); kamusal alandan dışlandı, baskıya-zulme maruz kaldı ve kamusal alanda görünmez hale geldi.

                 1945’de 2. Dünya Savaşını kaybeden tarafın faşizm olması ( Kavmiyetçi yönü ağır basan modern devletlerin olması ) ve sonrasında kazanan devletlerin bir tarafı dünya sağını diğer tarafı dünya solunu temsil ediyor görünmesiyle; birleşen iki akım kısmen birbirlerini de etkilemiş olarak ayrışım yaşadı. Batıcılık daha yoğun olarak solda, kavmiyetçilik daha yoğun olarak sağda biçimlendi. Irk temelli siyasi düşüncenin solunda kalanlar Ulusalcılık, sağında kalanlar Milliyetçilik terimini yoğun olarak kullanır oldular.

                 1960’lardan itibaren Milliyetçilik içerisinde muhafazakârlık yer bulmaya başladı. Muhafazakârlığın milliyetçilik içerisinde yer bulmasının birçok nedeni olabileceği gibi; kanaatimce iki etkenin önemli olduğudur. İlki; ulus devletin kavmiyetçilik veya batıcılık olan iki baskın kurucu unsurundan biriyle varlıklarını meşrulaştırma mecburiyetinde kalmalarıdır (Uzun yıllardır devam eden baskı, zulümler karşısında bir çıkış yolu olarak tercih etmeleri). Diğer nedense; milliyetçilik kavramına gelenekten gelen yatkınlık, sıcaklık olsa gerektir. Çünkü yüzyıl önce millet dendiğinde dini topluluk algılanırdı; Müslüman milleti, Yahudi milleti gibi. Irk temelli bir topluluk anlayışı daha yeniydi.

                 1960‘lardan 1970’lerin ortalarına kadar milliyetçilikle muhafazakârlık aynı potada kimlikler olarak değerlendirildi.

                1970’li yıllardan itibaren uykudaki derinlik tekrar kıpırdanmaya ve toplumsal alanda görünür olmaya başladı. Bu yılların başlarında muhafazakârlık içinde kıpırdanan İslamcıların 90’lı yıllara gelindiğinde renklilikleri artmıştı.

                 1990’ların sonundan 2010’a kadar ciddi bir kapışma yıllarıdır. İslamcıların toplumda yeniden kimlik olarak var olma, toplumsal ve siyasi düzende varlıklarını gösterme mücadelesi yıllarıdır.

               Yıllarca İslamcıları, muhafazakâr veya milliyetçi muhafazakâr kimlik potasında değerlendiren siyaset bilimcileri, düşünce kuruluşları ise;  son yaptıkları çalışmalarda bu görünürlüğün farkına vardıklarını göstererek analizler yapmaktadırlar.

               Örneğin; Tesev/konda işbirliğinde yapılan son saha çalışmasında Türkiye’deki siyasi kimliklerin en önemlilerinin beş tanesi İslamcılık, Muhafazakârlık, Milliyetçilik, Atatürkçülük ve Demokratlık olarak sayılmış ve bu kimlikler üzerinden saha araştırması yapılmış.

İlgili çalışma incelendiğinde İslamcıların muhafazakârlıktan net olarak ayrıştığı görülmekte.

             Örneğin; Bu saha çalışmasında güçlü devlet, istikrarlı toplum, insancıl toplum açısından tercih yapmak istendiğinde Milliyetçiler ve Muhafazakârlar güçlü devlet, istikrarlı topluma en yüksek önem verirken, İslamcılar insancıl topluma en yüksek oranda tercih sunuyorlar.

              Son on yıllık değişimin ana etkeni; İslamcıların Türkiye’de varlıklarını toplumsal ve kamusal alanda hissettirmeleridir.

              Yeni dönem İslamcıları bekleyen temel görev ise (Üçüncü dönem yeni nesil İslamcıların görevi) 100 yıl önce kesintiye uğrayan İslamcı, âlim ve aydınların yapamadığını yapmak veyaşadığı topluma; Müslümanca düşünce birikim ve ufkuyla; kültürel, ekonomik, sosyal, siyasi yaşam tasavvuru ve pratiği sunmaktır.