"2020 çok uğursuz geldi, bir bitse de rahat nefes alsak" diyen o kadar çok insan gördüm ki. Halbuki 2020'ye başlarken de kutlama, şaşaa ve eğlencede kusur edilmemiş, akabinde dualar edilmiş, güzel temennilerde bulunulmuştu. Mutluluk, başarı, para, sağlık, huzur, aşk getirsin diye... Neyi yanlış anlamış olabilir bu 365 gün?

Yoksa biz her seferinde yanlış merciden mi birşeyler istiyoruz? Beş vakit namazdan sonra ellerimizi açıp yalnızca O'ndan isteyecekken yeni takvimlere mi bel bağlar olduk. Uğursuz gün, ay, yıl yoktur, diyordu dinimiz. Herşeyi kötüleştiren, sunileştiren, küresel ısınmayı başlatıp yeryüzünü yaşanılmayacak hale getiren de biz olmayalım.
Ürettiğimiz gıdalar, genleriyle oynanmış, hormonlarla şişirilmiş olmasaydı belki bu kadar öldürücü hastalıkları bir arada görmeyecektik.
Yeryüzünü tek bir merkezden idare etmek ve korkuturken kazanmak isteyen küresel güçler, Covit 19 gibi bir virüsü icad etmeseydi bu kadar insanın canı yanmayacaktı.
Hoyratça kullandığımız plastik şişeleri gelişigüzel fırlatmasaydık içindeki balıklara bile yaşamı zehir ettiğimiz göller kurumayacak, denizler bu kadar kirlenmeyecekti.
Günde altı milyon ekmek çöpe atılıp israf edilmeseydi açlıktan hastalanan, ölen insanların vebalini üstlenmeyecektik.
Depremlerde kaybettiğimiz insanlar da hırsın ve üçkağıtçılığın sonucu değil miydi? Hergün beton yığınları göğe doğru yükselirken kaç gram ahlaktan çalınmış, test edilebilseydi, bina enkazları pekçok masumun mezarı haline gelmiş olmayacaktı.
Herbirimizi Allah'ın yarattığını bilip beyazın siyaha, Arap'ın Acem'e, Türk'ün Kürt'e, zenginin fakire üstünlüğünün olmadığını, hepimizin bir tarağın dişleri gibi eşit olduğunu idrak edebilseydik bir de... Altaylı gibi rengini yahut ırkını üstün gördüğü için diğerinin kendi ülkesinde yaşamasını isyemeyenlere gözümüz ve gönlümüz alışmayacaktı. Savaşları başlatanlara değil evi başına yıkıldığı için sığınacak yurt arayanlara öfkelenlere bu kadar tepkisiz kalmayacaktık.
Kadınların özgürlüğünden, haklarından dem vurup taciz skandallarıyla bile yüzleri kızarmayan, laik olduğunda tüm ayıplarını bir çırpıda örttüklerini zanneden pişkin siyasetçileri hergün ekranlarda görmeyecektik. Gayri ahlakiliğin diz boyu olduğunu söyleyenlerin taşlandığı, ahlaksızlığa katkısı olanların ise baştacı edildiği garip bir dönemde yaşamanın nasıl bişey olduğunu da bilmeyecektik.
Allah ayetinde "O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür." (İbrahim, 34
Ne yaptıysak kendimiz yaptık. Faniliğimizi unutup zalimleştik ve yeryüzünde bozgunculuğa başladık. Üzerimizdeki kara bulutların kalkması için kilitli kalmış camilerin açılmasını kafi zannettik. O mabetler elbet açılmalıydı ancak unuttuğumuz bir şey vardı. Üzerinde yaşadığımız dünyanın yaşanılabilir bir yer olabilmesi için zulme, kötülüklere engel olmak, O'nun hükmünü yeryüzünde hakim kılmak... Yüce Allah'ın ayetiyle bitirelim: "Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. (Maide, 45)