​Bir Kur’an’i kavram olan Tekasür çoklukla övünme, biriktirme, çoğaltma, maddi servet biriktirme ve konfora sahip olmakla övünme gibi anlamlara gelir. ​Tekasür; cahiliye mantığının davranış kalıplarından biridir. İnsanın karakteri üzerinde dünya hayatına bağlılığı, dünyaya çakılıp kalacağı, burada ebedileşeceği, ölümden sonraki dirilişin anlamsızlaştırıldığı ve ahiret hayatının yaptırım gücünün kaybolması gibi bir düşünce ve yaşantı oluşturur. Tüm zamanların en yaygın hastalığı olan güçlü olmak için yığma tutkusu ve bu tutkuya esir olma. Bu tutkuya kendini kaptıran sürekli biriktirir ve yığar. Öyle bir hale gelir ki yığıp biriktirdiklerinin altında ezilerek kendini ve yaratılış amacını kaybeder. Dünyalık mal biriktirme arzusunu artırdıkça artırır. Kazandığı her şeyi konforu ve zevkleri için geçici dünya hayatına yatırım olarak görür. Ahiret hayatına bir şeyler aktarılması tavsiye edildiğinde ya ahireti hafife alır ya inkâr eder veya başkası yapsın diyerek reddeder. Yani Allah hatırlatıldığı zaman zırnık ayırmaz. ​Kur’an’ı Kerimde bir sure olan Tekasür 1-8 de Allah şöyle buyurmaktadır.” Bir açgözlülük saplantısı içindesiniz, mezarlarınıza girinceye dek (süren). Ama, zamanı geldiğinde anlayacaksınız! Evet, evet! Zamanı geldiğinde anlayacaksınız! Hayır, (onu) tartışılmaz bir kesinlikle anlasaydınız, (cehennemin) yakıcı ateşini mutlaka görürdünüz! Sonunda onu keskin bir gözle mutlaka göreceksiniz: ve o Gün hayatın nimetleri(ne karşı yaptıklarınız) için mutlaka sorguya çekileceksiniz!” ​Surede kınanan ‘çok mal’ değildir. Sahip olunan az da olsa onu ‘çoğaltma tutkusu’na dönüştürmektir. Bu noktada şu söz bunu açıklamak için yeterlidir. ‘fakirlik, hiçbir şeye sahip olunmaması değil, dünyalara sahip olsan da hiçbir şeyin insana sahip olmamasına izin vermemektir.’ ​Müslümanlar ‘yığma tutkusu ’nu nasıl yenecekler? Bu sorunun cevabı ‘ne dünyadan el etek çekerek Manastır rahipleri gibi dünyaya küsme’, ne de ‘israf ederek saçıp savurma’ . Cevap basit; Allah rızası için yapılacak olan infak, zekât, sadaka, yardımlaşma, dayanışma, kardeşlik bağlarını güçlü kılan sorumluluklar… 1400 sene önce inmiş olan yukarıdaki ayetler ve günümüz modern insanı birbirine ne kadar da benzemektedir. Mealini verdiğim surenin mesajına çarpılan ve bir Yahudi iken Müslüman olan Muhammed Esed Müslüman olmasını kendi ifadesiyle bu sureye bağlar: …1926 yılının sonbaharında bir gün Berlin metrosunda seyahat ederken gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunu müşahede etti. Duyduğu sarsıntıyla bunu yanındaki karısı Elsa'ya açtı. Elsa şaşkınlıkla "Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki... Acaba kendileri bunun farkındalar mı?" cevabıyla onu tasdik etti. Esed bu acıları ve ıstırapları insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde olmalarına bağlar. Eve döndüklerinde masada açık kalmış Mushaf’ı gördü. Kapatıp kaldırmak için uzandığında gözü Tekâsür suresine ilişti. Birden surenin o gün metroda yaşadıklarının tam bir yankısı olduğunu hissetti ve şunları düşündü: "Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır: ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ... ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa Vurmamıştı. ... İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları. ... Ne kadar hikmetli olursa olsun bir insan, yirminci yüzyıla özgü bu acılı koşuyu kendiliğinden bilemez. Böylesine hakim bir perdeden, böylesine apaçık bir üslupla dile getiremezdi. Hayır, Kur'an'da konuşan, Muhammed (S.A.V.)'in sesinden daha güçlü, daha yüksek bir sesti ve bütün zamanları aşarak ulaşıyordu insan kulağına..." “…Ve şöyle anlatıyor gelişen olayı; “Bir yankıydı, evet bir cevaptı, bütün şüpheleri bir hamlede gideren bir cevap. Şimdi artık, bütün şüphelerin ötesinde, biliyordum ki, elimde tuttuğum kitap Allah’ın kelamıydı...” ​ Biz Müslümanların bazıları bu sureyi açıklarken rivayet kültüründen kaynaklanan bilgilerle ‘kabir azabından bahsediyor’ şeklinde açıklama yapılır. Bundan dolayı da kabir ziyaretlerinde okunur. Oysa dünyalık mal biriktirip yığan sonunda da yığdıklarının altında ezilen bir karakteri hatırlatan ‘Tekasür’, bir Yahudi’nin gördükleri karşısında ‘akledip, düşünerek’ hidayet bulmasına sebep olmuştur. Sure maalesef bizlerde var olan ‘düşünememe’ eksikliğini Leopold Weiss olan adını ‘Muhammed ESED’ olarak değişmesine katkı sağlamıştır. Ayetler üzerinde düşünemeyip, ‘tahkik’ merkezli yani duyduğunu, gördüğünü, okuduğunu düşünerek derinliğine analiz eden bir kavrayış olma durumu yani aklın işlevsel hali bizde zayıf olmasından dolayı ‘taklit’e yöneliyoruz. Bunun sonunda da ağır bedel ödüyoruz. ​ Bu günkü yazımıza Muhammed ESED’in Müslümanların içinde bulunduğu durumu hatırlatan bir tespit ile son verelim. "Anladığım kadarıyla Müslümanların çöküşü, İslam'daki herhangi bir eksiklikten değil; onların İslâmî yaşantılarındaki başarısızlıklarından kaynaklanıyordu. İslam'ı yüce kılan Müslümanlar değil, bilakis; İslam'ın bizzat kendisiydi Müslümanları yücelten. Ama ne zaman ki imanları alışkanlığa dönüşerek bir yaşam programı olmaktan çıktı ve bilinçli olarak izlenmekten vazgeçildi; medeniyetlerinin temelinde yatan yaratıcı kuvvet zayıfladı, yerini yavaş yavaş tembellik, kısırlık ve kültürel yozlaşmaya bıraktı."