Babaannem biz koşarken strese girerdi. "Durun çoraplar eskiyo!" diye bağırırdı. Bir çorapta üç yaması olan ninelerin yırtılınca çat diye çöpe atıp yenisini alan şuursuz torunlarıydık. Annemi babama şikayet ederken de "Her gün anasının evine gidiyo. N'oluyo o pabuçlar? Git gel, git gel. Eskidi, eskidi." Çamaşırlarını bize vermek istemezdi. "Makina eskitiyo, leğende yıkarım ben" derdi. Önce etek ve şalvarlarının lastiğini çıkarırdı ki yıkanırken yıpranmasın. Kuruyunca o lastikleri hiç üşenmeden geri takardı çamaşırlarına. Süpürge tohumu yedikleri yokluk günlerini anlatırdı. 

Bugün ülkemiz ninelerimizin, dedelerimizin yaşadığı dönemle kıyasladığımızda her türlü imkanlara sahip. Fakat ekonomik anlamda sıkıntı yaşayan büyük bir kitle elbette var. Esnaf hayata karşı bedbin, ev kirası, doğalgaz ve elektrik faturaları orta gelirli vatandaşların belini bükmüş durumda. 

Ancak bunun yanında lüks tüketimi, eğlence mekanları merakı ve gösterişli tatil anlayışıyla ürettiğinden fazla tüketen ayağını yorganından fazla uzatmayı marifet sayan hatırı sayılır bir kesimi de göz ardı edemeyiz. İndirim günlerinde mağazaların önünde yığılıp can çekişen insanların psikolojisini hala anlamış değilim. Pazardan patates, soğan alamadığını söyleyen halk çok da elzem olmayan bu eşyaları alırken nasıl birbirini ezebiliyor? İşsizlikten yakınan bunca genç, gece gündüz cafelerde oturup nasıl vakit harcayabiliyor? Tembellik hastalığından kurtulmadan, israf kapısını kapatmadan, kanaati bilmeden, gösteriş illetinden uzaklaşmadan ve tüketmenin değil üretmenin yollarını araştırmadan düze çıkabilmek çok da mümkün görünmüyor. 

... 

"Kudüs için merak buyurmayınız, Mehdi gelip İsrail'in elinden kurtaracak" buyuruyor pekçok şeyh, ermiş, derviş. Bu da içimizi inanılmaz serinletiyor. Aklıma rahmetli Erbakan'ın "8 milyonluk İsrail için, 1.5 milyar Müslüman Ebabil bekliyorsa; Ebabiller gelse İsrail'i değil bizi taşlar." 

sözü geliyor, utanıyorum. Aliya'nın "Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır." sözüne de katılmamak imkansız. Bir kahraman gelsin, mücadele etsin, savaşsın, sıkıntı çeksin ama bizim konforumuz hiç bozulmasın. Müridlerine binlerce, milyonlarca zikiri çektirip Kuran'ın anlamından, onu yaşamaktan olabildiğince uzak tutup, afyon haline getirmiş oldukları sözde dinle cennete uçuran yanmaz kefenleri, terlik-i şerifleri, tılsımlı envai çeşit eşyaları... 

Aliya İzzetbegoviç'in sözleri ardıardına geliyor hatrıma: "İnsanlara hayat bahşetmek, ölü ruhları diriltmek için gönderilmiş olan Kuran'ı Kerim ne yazık ki bugün insanlar kolay can versinler diye başlarında okunmaktadır." 

Kuran'ın ruhundan ve manasından uzak kalan, cahil bırakılan halk, yaşadığı hayatla din arasında en küçük bir bağ dahi kuramamıştır. 

Aliya, İslam Deklarasyonu'nda toplumların dejenere edilmesi için Batı'nın olağanüstü çabasından bahseder:

" Medeniyet ve gelişimin temelinde yakıp yıkmanın, reddetmenin aksine devamlılık yatmaktadır. Alfabe bir milletin tarihini aklına kazıma ve devamlılığını sürdürme aracıdır. Arap alfabesinin kaldırılmasıyla Türkiye tüm zengin geçmişini kaybetmiş, basitçe üzerine sünger çekilerek barbarlık raddesine ulaşmıştır. Buna paralel gerçekleşen bir dizi devrimle birlikte yeni Türk nesli manevi bir temelden mahrum kalmış, maneviyatı elinden alınmıştır. Türkiye hatıralarını, geçmişini unuttu. Bunun kime ne getirisi vardı?"


Oysa onlar hatıralarını, tarihini unutmak için değil yurdunu, ezanlarını düşmanın namert elinden korumak adına imanı ve şehitlik aşkıyla, Allah Allah nidalarıyla cepheye koşmuş, canlarını vermekten kaçınmamışlardı. Şunu herkes çok iyi bilmekteydi ki ne modernleşmek ne de Batılılaşmak adına kimse ne savaşır ne de canını ortaya koyardı. Aliya'nın dediği gibi:

" Kitleleri ne zaman harekete geçirmek gerekse, geçerli ve yalandan da olsa İslami kodlar kullanılmıştır. İslam'ın olduğu yerde umursamazlığa yer yoktur."

 Bugün İslam coğrafyası tarumar edilmiş durumda ve Müslümanlar oturup Mehdi beklemeyi seçtiler ise kitlelerin harekete geçmesi artık kimsenin işine gelmediği içindir...