FETÖ’nün sebep olduğu kötülüklerden biri de, dindarlar nazarında Türkiye’deki tüm cemaatleri sorgulanır hale getirmesi, onların gizli ajandaları olup olmadığı konusunda soru işaretlerine, güvensizliklere sebep olmasıydı. Artık ortamlarda şu ya da bu cemaatin lafzı açıldığında bağlılarının ne kadar takvalı olduğunu söyleyenler kadar, “onlar hiçbir zaman FETÖ kadar güçlü ve yaygın olmadılar, olduklarında ise ne yapabileceklerini asla bilemeyiz” diyerek şüphelerini dile getirenler oluyordu.

Doğrusu, Türkiye’de dini cemaat dendiğinde, bir şeyhe ya da hocaya amasız, şerhsiz, şeksiz şüphesiz, sorusuz bir şekilde bağlı olanların oluşturduğu kapalı bir topluluk akla geldiği için, -hele de FETÖ ihaneti tecrübesinden sonra- dindarların bile artık devlet kontrolü dışındaki hiçbir yapıya kolay kolay güvenemeyişlerinde haklı noktalar yok değil. Zira FETÖ sadece devletin altını oymaya çalışmadı, milyonlarca samimi Müslümanın iyi niyetini de törpüleye törpüleye yok olma noktasına getirdi.

Öte yandan siyasete hiçbir biçimde bulaşmamayı ilke haline getirmiş; varlığını güce, kadrolaşmaya, paraya-pula tahvil etmeden İslam’ı yaşamaya çalışan pek çok cemaatin de FETÖ’nün suçlarından dolayı olağan şüpheli haline düşürülmesi bana haksızca ve vicdansızca geliyor. Üstelik günümüzde cemaatler, modernleşmiş, yalnızlaşmış, giderek insan tekinin manevi olarak kendini kaybedebileceği bir büyüklüğe ulaşmış metropol yaşamında; Müslüman olan ve Müslüman gibi yaşamak isteyen insanlar için, sadece bu dünyayı değil, ahiretini de düşünenler için, hâlâ neredeyse tek seçenek.

Cemaatlerin doldurduğu ciddi bir boşluk var. Onlar, hâlâ modern birey için Allah’ın rızasına ulaşmanın bilinen en kolay yolu işlevi görüyor. Onun da ötesinde insanlar cemaatlerle sosyalleşiyor. Yani, cemaatler,  “hadi hepsinden kurtulalım” baskısıyla sona erecek yapılar değiller. Çünkü sosyal olarak da işlevseller, bu yüzden de gerçekler.

Dolayısıyla, FETÖ’nün pisliklerinden dolayı, geri kalan cemaatleri şeytanlaştırarak yok etmeye kalkışmayı doğru da, rasyonel de bulmuyorum. Ama aynı zamanda, cemaat mensuplarının bir kişinin ellerine –bu şeyh olsun, hoca olsun, lider olsun- gözü bağlı bir şekilde varlıklarını, akıllarını, ruhlarını, iradelerini bırakmalarını da -benimseyene saygı duysam da-, şahsen benimseyemiyorum. Zira, hayatınızdaki her varlığın, Kur’ânî söz ve ilkelerle, Peygamber (sav) yaşantısıyla, bireysel vicdan ve ahlak değerleriyle tartılabilmesi gerekir. Bu kriterleri es geçerek akletmeyi bırakmak, hem fanatizmin hem de dogmatizmin sınırlarına girmek demektir ve hemen her dışa kapalı yapının zaman içinde vardığı menzil de genel olarak budur.

Cemaatlerin sorgulanması hala bitmiş değil; Cumhuriyet’in ilk döneminde, devlet baskısına boyun eğmeyen cemaatler sayesinde İslam’ın bu topraklarda varlığını sürdürebildiğini düşünenler bile -FETÖ’den dolayı- kalplerinde bir “ama” ile, bir şüphe ile kalakaldılar. Üstelik geçtiğimiz günlerde farklı cemaatlerin hocalarının karşılıklı atışma denilebilecek bir tarzda giriştiği tartışmalar da, eski güvenin ikame edilmesini hızlandırmıyor.

Cumhuriyet’in başından bu yana “cemaatler yok edilmeli” fikrinde olan Kemalistlerin hepsinin “bakın biz söylemiştik, Cumhuriyet’in kurucu kadroları bu tehlikeyi gördükleri  için, devlet denetiminde olmayan bu yapıları yoketme peşine düşmüştü, bakın haklıymışız, sözümüze geldiniz mi?” demeye başlaması da cabası. 

Laiklik hassasiyeti olanların ya da Kemalistlerin söylemleri elbette ciddiye alınabilecek türden şeyler değil. Çünkü bakıyorsunuz, FETÖ üzerinden diğer cemaatlere saldıranlar, sırf hükümete olan nefretlerinden aynı FETÖ’cüleri korumaya, kollamaya başlayanların aynısı. Bakıyorsunuz cemaat avcılığına çıkanlar, 15 Temmuz’da köprüde şehit olanları değil, dayak yiyen darbeci askerleri savunanların tıpkısı. Onları geçelim.

Ama bu demek değil ki, kendi içimizde bir özeleştiri vermenin sırası hiç gelmemeli. Evet, özeleştiri. Çünkü FETÖ olayından sonra devletle ve toplumla ilişkisini gözden geçirmesi ve dini cemaatlerin daha fazla zarar görmemesi için üstüne düşeni yapması gerekenler, bırakın silkelenmeyi, karşılıklı atışmalarla, gereksiz tartışmalarla gündemi meşgul edip, manzarayı daha da sevimsiz hale getiriyor. Öte yandan devletin de yapılan hatalardan ders çıkarması ve cemaatlerle mesafesini iyi ayarlaması gerekiyor. Zira, “şu cemaat şu kurumda kadrolaşıyormuş” söylentileri, hiç duymadığımız cümleler değil.

Velhasıl, devlet devletliğini yapmalı ve işe alımlarda liyakat esaslarının önüne hiçbir kriteri geçirmemeli. Cemaat de cemaatliğini yapmalı, sivil alanda kalarak Müslümanların felahını, maneviyatını hedeflemeye, bu taraf için değil ahret hayatı için çalışmaya devam etmeli.

Aksi takdirde, neler olabileceğini, canımızla kanımızla tecrübe etmedik mi?

Kaynak: Yeni Şafak