Geçen Pazar günü Star gazetesinin “Açık Görüş” ekinde Prof. Dr. Hüsamettin Arslan imzalı bir yazı yayınlandı. Konusu kolayca tahmin edileceği üzere gezi parkı olayları idi. Fakat yorumda daha ilk satırları okur okumaz kendini ele veren bir başkalık hemence seziliveriyordu. Analizlerdeki derinlik tam da Hüsamettin Arslan’a yakışır nitelikte bir orijinallik içeriyordu.

            Hüsamettin Arslan, zevkle hem de iki kez okuduğum, bir kez de bir arkadaş topluluğu içerisinde büyük bir bölümünü okuduğumuz Jacques Ellul ‘ün “Sözün Düşüşü” kitabını mükemmel bir tercüme ile dilimize kazandıran mütefekkir bir akademisyenimiz.

            Ve yine “Epistemik Cemaat” isimli bilgi sosyolojisi ile ilgili nefis bir telif eserin müellifi.

            Yazar yazısında doksanlar kuşağının düşünce ve fikir dünyasını teşekkül ettiren bilgilenme kaynağını ele alıyor. Bu besin kaynağı aynı zamanda önceki kuşaklarla aralarındaki önemli bir farkı da görünür kılıyor.

            Doksanlar kuşağı twit-okuru olarak yetişmiştir. Onlar –best seller dışında- kitap okumazlar. Sadece dijital ortamdan gıdalarını alırlar. Bu bakımdan beyinleri de bu seviyede oluşmaktadır ancak. Yani onlar düşünmezler sadece görürler ve gördükleri ile hemen ikna olurlar. Gördüklerinin altını üstünü, önünü arkasını muhakeme etmek ihtiyacı hissetmezler. Yeter ki görsünler, bu onlar için yeterlidir, kuşkuya hiç yer tanımazlar.

            Yani onların ontolojik organları sadece “göz”leridir. “beyin” ve özellikle “kulak” asla onlarda bu anlamda bir görev ifa etmez.

            Kitap okumak ise asla böyle değildir. Çünkü kitap okuyan insan, okuduğu şeyi düşünecek kadar bir zamana sahiptir.   Dijital mesaj ne kadar anlıksa ve sanalsa, kitap okurluğu o kadar düşündürmeye ve gerçeğe yöneliktir.

            Şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi, bazılarının dijital ortamda gerçek dışı bazı resimleri yayarak gençleri galeyana getirmek suretiyle nasıl da Taksim meydanına doldurmayı başardığı.

            Serinkanlılıkla düşünelim, gezi parkı protestocularının talepleri ne? Somut olarak ne istiyorlar? Bir hiç; hem de koskocaman bir hiç. İşte kapımızda bekleyen en büyük tehlikede burada zaten: hiççilik, bir diğer ifade ile nihilizm.

            Bu dijital ortamda aslında herkes bir “hiç” konumunda oluyor. Kimsenin kendisini ortaya çıkaran bir özelliği kalmıyor. Sadece “herkes” gibi oluyor; herkes, “herkes” gibi olmayı marifet sanıyor. Böylece kendisini “herkes” içerisinde eritiyor ve yok ediyor. Kalabalığa karışıp kayboluyor.

            Bu gerekçelerle “Taksim bir hiçtir” diyor yazar. Hem de “kocaman bir hiç!” Ve oradakilerde söylendiği gibi “çok-renkliliği” değil, tersine aynılığı, farksızlığı oluşturuyorlar.

            Yazar günümüzde bir “dijital-yurttaş”lıktan söz edilebileceğini fakat dijital yurttaşlığın memleketsiz, vatansız ve halksız/insansız olduğundan dem vuruyor.

            Ne kadar da haklı değil mi? Ve ne kadar da tehlikeli! İçi boş siluetler gibi dolaşan insanların dışarılardan dijital besin ile harekete geçirilip yakan-yıkan bir makineye dönüştürülmesi.

            İşte bütün mesele burada değil mi zaten? Dünyamızı kavuran küreselleşme cereyanına bazıları karşı koymak için ulusalcılığı reçete olarak sunuyor. Aslında böylece bilerek veya bilmeyerek küreselleşmenin patronlarının ekmeğine yağ sürüyor.

            Bence küreselleşmenin panzehiri asla bir ulusallaşma/glokalleşme değil, aksine diğer bir küreselleşme cereyanı olmalı. Eğer bir şeyler yapılacaksa bunun için yapılmalı.

            Umarım gezi parkı olayları başta iktidar olmak üzere hepimize bir ders olur. Ülkemizin de dünyamızın da yeni müteahhitlere değil, yeni mütefekkirlere ihtiyacı var. Kaldı ki “İslam” , bugün dünya da yaşanan anlamsız yarışta bir yarış atı olarak asla algılanmamalı. Yani gidişata ayak uydurmak için bir araç olarak algılanmamalı. Bilakis gidişatı sorgulayan ve soru sormamızı, sahici itirazlar yöneltmemizi sağlayan bir “zihni” birikimin alt yapısını oluşturmalı.

            Bunun içinde dinin “kapitalist” bir mantıkla anlaşılması ne kadar yanlış ve zararlıysa “sosyalist” önyargılarla anlamanın da ne kadar kifayetsiz kaldığı gezi parkı olayları ile ortaya çıkmıştır.

            Önemli olan ders almaksa şayet, gezi parkı olayları birçok ders çıkartılacak kadar zengin bir malzeme sunarak tarihteki yerini almıştır.

            Tabii ki anlayabilene!