Masmavi bir gölün hemen yanı başında muhteşem bir ağaç düşünelim. Bu ağaç öyle bir ağaç olsun ki dalları adeta göğe uzanırmış gibi insanda bir duygu uyandırsın. Hele o kökleri, toprağa daldırılmış dev bir yumruğun parmakları gibi sımsıkı yeryüzüne tutunmuş olsun.

            Gövdesi ile adeta güvenilirliğin, yaslanırlığın simgesi gibi dursun.

            Ya yaprakları; dallarına serpilmiş o yemyeşil yaprakları ile kopkoyu bir gölgeye sebebiyet vermiş olsun.

            Ve bu ağacın altına bir gün bir adam gelsin. Gölgesine otursun, ne ağaçla ve ne çevresiyle ilgilenmeden bohçasını açsın, ekmeğini katığını çıkarsın, karnını doyursun.

            Üstüne de yanında getirdiği sudan kana kana içsin…

            Sonrada bohçasını kendisine yastık yapıp derin bir uykuya dalsın…

            Ertesi gün bir başka adam bu ağacın yanına gelsin. Dikkatini tamamen ağaca istif ederek etrafında dört dönsün.

            Hemen hesap makinesini çıkararak ölçüp-biçmeye başlasın.

            “Bu ağacı kesersem kaç m3 kereste elde ederim?” diye başlasın hesap etmeye… Tabii birde “satarsam ne kadar para kazanırım?” diye!

            Olacak ya ertesi gün üçüncü bir adamın yolu o gölün kenarından geçsin.

            Karşısındaki ağacı görür görmez şöyle hayretle bir irkilsin.

            Uzun uzun seyretsin; doyamadan seyretsin; sonrada kıbleye dönüp secdeye kapansın.

            Ve bütün bu güzellikleri yaratan Allah’a hamd olsun diye O’na şükretsin.

            Evet, işte bir ağaç ve üç adam! Daha doğrusu bir ağacın karşısında sergilenen üç tavır!

            İlk adam uyuyan adamdır. O sadece geceleri değil, hayatı boyunca uyur; sanki uyumak için dünyaya gelmiş gibidir. Tek kaygısı beşeri ihtiyaçlarını gidermektir. Onun için ötesi yoktur. Kendisine ve hayata dair soru sormak yoktur. Düşünmek yoktur; merak yoktur… Hayret hiç yoktur.

            İkincisi ise hesap- kitap adamıdır.

            O düşünmez; ölçer- biçer! Ağacı sadece bir nesne olarak görür; görürken de etrafındaki diğer varlıklardan onu soyutlar. Tablonun bütünü onu hiç ilgilendirmez; sadece ağaca odaklanır.

            Ağaca hesap makinesi ile yaklaşır. “Onu kessem ne kadar para kazanırım?” diye dalar dört işlemin o küçücük dünyasına.

            Lakin gelen o üçüncü adam ilki gibi asla uyumaz!

            İkincisi gibide hesap makinesi ile değil, kalbi ve gönlü ile yaklaşır.

            Asla ağacı tek başına ele almaz. Yanındaki masmavi göl, karşısındaki sıra sıra heybetli dağlar ve tepedeki ışıl ışıl güneş ile birlikte seyreder.

            Dallarına bir konup bir uçan çeşit çeşit kuşlarında farkındadır.

            Onların cıvıl cıvıl ötmelerine kulakları ile de şahitlik eder.

            Varlığın birliğinin o muhteşemliği karşısında bir insanın yapması gerekeni yapar… “Hayret” eder ve “şahit “olur. Neye? O’nun kudretine.

            Sanatının eşsizliğine!

            Dedik ya ilki uyuyan adamdır.

            İkincisi ise ölçen -biçen adam… Batılılar buna “homo economicus” diyor. Yani “ekonomik adam”... Zira Batılı iktisatçılara göre insanda iki vasıf vardır: Akıl ve bencillik.

            Ne kadar basit değil mi?

            Üçüncüsü ise “hayret” eden adamdır… Hayret: varlık ile kurulan bir ilişki türüdür. Hayretle yaklaşan bir adam ancak şükür ile sükûn bulur.

            İşte bizim kültürümüzde buna “hikmet” denilmektedir.