İnsanları bir arada tutan, birlikte yaşamaya ikna eden, kendilerini tanımlamalarını sağlayan ve toplumsal yaşamı meşrulaştırıcı anlamı olan amillerin (kaim değerlerin) toplumdan çekilip alınmasıyla başlayan yaklaşık yüz yıllık kimlik ve meşruiyet krizinin pençesinde yırtınıp duruyoruz.

             Yüzyıl önce modern-seküler batı karşısında direncimizin kırılmasıyla oluşan dinden kopma, dini sosyal-siyasi-kültürel-ekonomik hayattan kovma (sekülerleşme) ve tek ulusa dayalı milliyetçilik temelli vatan oluşturma projesinin toplumda doğurduğu meşruiyet ve kimlik krizini ne zamana kadar taşıyabiliriz.

            1930’lu yıllarda Dünya siyasal koşullarının faşizme olan yatkınlığının da (2. Dünya Savaşı’nın çıkış sebebi) sunduğu uygulamalarla (milli şef, ebedi şef ifadeleri hangi siyasal literatüre ait olduğuna bir bakalım) Anadolu toplumu sürekli gerilmiş şiddete ve baskıya maruz kalmıştır. Dersim olayları, Şeyh Said olayı, Menemen olayları vs. Daha sonraki yıllarda askeri darbelerle kurulan vesayet rejimleri ve sindirilmiş korku toplumu. 1970’li yıllarda sağ-sol kamplaşmaları ve kavgalar. 80’li yıllardan itibaren Doğu’da yaşanan şiddet sarmalı.

          Bunların sebebi kanaatimce 80-100 yıl önce devletin bekası düşüncesiyle tercih edilen toplumun modernleşmesi- sekülerleşmesi ve tek ulus anlayışına indirgenerek kodlanmasıdır. Kültürel anlamda yenilmişliği kabul etmek anlamına gelen “çağdaş medeniyetler seviyesine çıkma” düşüncesidir ki bunlar; yaşanılan toplumsal deneyim sonucunda siyasal ve sosyal organizmayı uçurumun eşiğine getirmiş durumdadır.

          Sormak lazım:  Batının seküler modern yıkıcılığı karşısında krize giren sosyal yapımız ve düşünce dünyamızın ; yine batıdan ödünç aldığı referanslarla ayakta kalmaya çalışmasının mümkün olup olmadığı yüzyıllık deneyim sonucunda anlaşılmadı mı?

          Yüzyıl öncesinin siyasal-sosyal-kültürel şartlarıyla oluşturulan değişmez-statüko kabulleriyle yolumuzu belirlemeye, geleceğe yürümeye devam edecek miyiz-edebilecek miyiz?

           Bu hususları tartışmaya, kafa yormaya başlamamız gerekmiyor mu? Yoksa tüm toplum olarak uçurumdan yuvarlanıp; ama türetilen kutsallardan vazgeçmeden kurban olmak niyetinde miyiz?