Her Ramazan İsrail en iyi bildiği şeyi yapıyor. Kan dökmek, zulüm, işkence... Çocuk, yaşlı, kadın demeden önüne ne çıkarsa katlediyor...

Evlerinden zorla çıkarılmak istenen Filistinliler... Zorba İsrail, yine dağdan gelip bağdakini kovuyor... İşgalci İsrail'in tüm kısıtlamalarına rağmen onbinlerce direnişçi Kuduslü kardeşimiz, ilk kıblemiz Mescid-i Aksa'da teravih namazı kıldı. Sonrasında İsrail askerlerinin acımasız saldırıları, kan, göz yaşı...

"Bayramlık giyecek yaştaki çocuklara bayram arifesinde kefen, acı giydirdiler." Annesi, babası ölen birçok çocuk da öksüz ve yetim kaldı...

Bu görüntülerle birlikte ümmetin dağınıklığı öyle acı bir halde ki... Ayağına diken batsa dünyayı ayağa kaldıran kimi gruplar, kimi fırkalar oldukça sessiz... Şahsına bir laf et, büyüğüne, abisine, hocasına laf at, yakar ortalığı. "Kudüs mü? Kudüs bizim neyimiz?" der gibi. Ha bir de acayip namaz kıldırma memurları, vaizler gördük. Menkıbelere ağlamaktan Filistin konusuna bir türlü giremeyen... "Hadi bir ses verelim." deyince bin türlü tereddüt yaşayan Müslümanlar... Üstü emrettiyse katılacak, sivil direnişse teğet geçecek...

Dün akşam, eş zamanlı bir çok ilde düzenlenen konvoylu protestolara biz de ilimizde iştirak ettik.  Katıldığımız konvoyu anlamsız bulan arkadaşlarımız oldu. "Bu hükümetin işi, etiniz ne, budunuz ne? Siz orda korna basıp gezdiniz diye İsrail saldırıyı bırakacak öyle mi?" dediler. "Belki sonuç hiç değişmeyecek, belki daha da kötü olacak ama elim kolum bağlı evde tam kapanmış vaziyette oturmanın ezikliğini yasamak istemiyorum. 15 Temmuz'da nasıl özgürlüğümüz için çıktıysak bugün de ilk kıblemizin, Mescid-i Aksa'nın kurtuluşu için çıkıyoruz." dedim. Yalnız dua yetmez. Yalniz maddi yardım yetmez. Yalnız boykot yetmez. Yalnız protesto, yalnız konvoy yetmez. Yalnız top, tüfek yalnız komutan, yalnız bir lider de yetmez. Hepsi bir arada olmalı. Dün biz kornaya bastıkça mahallelerde balkonlara çıktı insanlar. Birbirlerine "Ne olmuş, ne olmuş?" diye sordular. Çocuklar sordu en çok. Aileleri Müslümanların ilk kıblesinin işgal altında olduğunu anlatmak zorunda kaldı. Uyuyanlar uyandı. Uykuya devam edenler daha da uyudu. Yazabildiğimiz kadar yazmak, bağırabildiğimiz kadar bağırmak, çığlıgımızın ulaştığı en son noktaya kadar çığlık atmak bizim görevimiz. Bir Selahaddin Eyyubi daha çıkar mı bilinmez. Gönül isterdi ki orada bizzat bulunup tüm varlığımızla Filistinli kardeşlerimize biz buradayız." diyelim.  Karınca, İbrahim'in selameti için taşıdığı sudan sorumlu. Nemrut'un yaktığı ateşin sönmesi Allah'a kalmış. Belki çocuklarımız, belki torunlarımız görür. Kısmet...

"Eğer Amerika, İsrail'i çok seviyorsa Güney Amerika'da bir yer versin. Müslüman topraklarında İsrail'in yeri olamaz." demişti rahmetli Necmettin Erbakan. Ne kadar haklıydı... Allah'ın tarihte üzerine belalar yağdırdığı bu kavim nereye ayak bastıysa insanlığın başına dert oldu. 

"İsrail'i her yıl lanetliyoruz. Ama sonuç değişmiyor." diyenlere... Belki de biz gönülden, samimi olarak telin etmiyoruz, Kudüs için dualarımız boğazımızdan aşağı inmiyor. Ki öyle olsaydı "Ama daha kaliteli" deyip onların teknolojilerini kullanmazdik. "Ama çok lezzetli" diye onların ürettiği yiyecekleri yemezdik. "Ama çok iyi geliyor" diye onların tedavi yöntemini benimsemezdik. Onların tohumlarını, onların deterjanlarını kullanarak aslında biz onlar için bir güzel dua etmiş oluyoruz. Hep onlar kazansın, en güçlü onlar olsun ve biz bu ezilmişlikle bir ömür yaşayalım diye...

"Araplar tarihte şunu yaptı, bunu etti" diye Filistin davasına vicdanı rahat, kayıtsız kalanlara hatırlatmak isterim. Başörtülülerin başörtüsünü 28 Şubat'ta "Ne mutlu Türküm diyene" diyen laikler yırtarken Türklere karşı da bir önyargınız oluştu mu? Genellemek yanlış. Türk, Kürt, Arap. Kimsenin kanından gelen bir üstünlüğü yok. İman, takva ve samimiyet mühim. 15 Temmuz'da Somalililer, Suriyeliler, Kürtler bizimle meydanda bayrak saklarken, dua ederken öz be öz kimi Türkler makarna, ekmek, bankamatik kuyruklarındaydı...

Küffar tek millet olup saldırırken ırkçılık bizi küçültür, ufacık yapar. Kabe'de tavaf yaparken her renk ve kavim nasıl birlikteyse savaşırken de birlikte olmak zorundayız.

Ümidimiz tükendiği an bu ayeti hatırlayalım: 

"Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır." (Bakara, 214)
 

Doğu Türkistan, Suriye, Arakan ve dünyanın dört bir yanında mazlum kardeşlerini gördüğünde sağına soluna bakmadan sesini yükselten, dua eden, "Ne duruyoruz, ne oturuyoruz?" diye ayağa, kıyama kalkan, şehit olmaya her daim hazır müminler varsa bu zulüm kıyamete kadar sürmez. Dün akşam Kudüs için bayrağını alıp sokağa çıkan çocukları görünce umutsuzluğum azaldı, gülümsedim. Dilimden şu mısralar döküldü :

"İnanmış bir avuç insan olsun

Çocuk olsa da kabul..."