Varlık ile Rahmet arasında ne gibi bir ilişki olabilir?

         Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır ünlü tefsirsinde Fatiha suresini açıklarken bu hususa değiniyor.

         Müfessirimize göre mevcudatın var olması sebebi Allah’ın “Rahman” sıfatı. Allah’ın Rahmeti,  sadece yokluktan varlığa çıkarmakla, her olabilecek şeyi varlık alanına çıkarmakla kalmıyor. Aynı zamanda devamını da sağlıyor.

         Yani mevcut olan her şey için “var olmak” kadar “varlığını devam ettirmekte” O’nun Rahman sıfatının bir tecellisi.

         Bu anlamda her şey Rahman’ın Rahmetine gark olmuştur.

         Bunun içindir ki hakikati kavrayabilmek noktasında “merhamet” anahtar kavram rolünü oynamaktadır.

         Bediüzzaman Mektubat isimli eserinin 24. mektubunda Ramazan orucuna değinir. “Ramazan-ı Şerif’teki orucun çok hikmetleri var” dedikten sonra ilkinin Rubûbiyet ile ilgili olduğunu belirtir. 

         Akabinde de ikinci hikmetin şükür olduğunu bildirir.

         Yeryüzü yaratılan nimetler bakımından adeta bir sofra gibidir. Hepimizin ve herkesin istifade ettiği bir sofra... Aslında o sofranın bir sahibi vardır. Ve sahibinin rahmeti ve merhameti ile bizlerin istifadesine sunulmuştur.

         Ancak insanlar her gün işleyen bu rahmetten istifade ederlerken işi sebeplere bağlayıp hakikate karşı gaflete düşebiliyorlar.

         İşte Ramazan ayında müminler akşama kadar,  sahibinin buyur demesi anına kadar bekleyip, sofranın başına oturmak suretiyle O’nun Rubûbiyetini yani Rabliğini ve Hâkimiyetini idrak ediyorlar.

         Tabiî ki bunun doğal sonucu olarak da kendilerinin O’nun kulu olduklarını…

         Peki, kulluğun doğal sonucu nedir? Elbette ki şükretmek!

         Zira o sofranın bir karşılığı ve bedeli vardır: Sahibine şükretmek!

         O’na teşekkür ederek nimetleri doğrudan doğruya O’ndan bilmek!

         Acıkmak… İhtiyaç hissetmek… Muhtaç olduğunun bilincine varmak…

         Ve böylece nimetlerin kıymetini bilmek! Üstadın deyimiyle “kuru bir ekmek parçasının” bile.

         “İşte bunlar, bütün bu nimetler benim mülküm değil, ben bunlardan istifadede hür değilim, başkasının malı ve nimetleri, O’nun emrini bekliyorum” diyerek iftar saatini bekleyerek nimeti-tüketim maddesi değil- nimet olarak bilmek.

         Dolayısıyla nimetin kadrini ve anlamını bilip şükretmek!

         Merhum Elmalılı da  yine Fatiha tefsirinde “Hamd” ve “Şükür” arasındaki bir nüans farkına değinir.

         Hamdın bir iyilikten sonra yapıldığını ancak o iyiliğin hamd edene ulaşmasının şart olmadığını bildirir.

         Şükürde ise iyiliğin ulaşması şarttır.

         Gelen bir nimet karşısında, sözlü, fiili ve kalp ile birlikte nimeti verene saygıda bulunmak.

         Merhumun ifadesiyle hamd ve şükürde, hak ve hakikat sevgisi ile gönüller sevinçle dolar. Hamd de sevinç ve arzu, şükürde içten bağlılık ve dostluk manası açık bir şekilde bulunur.

         Hamd ve şükür… Bence bunlar bir makamın isimleri. O makama ermek ise insan olmanın gereği.

         Nimet ulaşmasa bile hamd edeceksin…Ulaşınca da şükredeceksin.

         Yani gelmesini de O’ndan bileceksin, gelmemesini de!

         Ne kimseye kızacaksın, nede kimsenin önünde takla atacaksın.

         Hamd edecek ve şükredeceksin!

         Bu elbette ki kolay değil. Ve bu makama ulaşmak için Ramazan oruçları bize lütfedilen bir ikram, bir imkân.

         Fakat bu makama erdiğin zaman herkese karşı istiklalini ilan edeceksin…

         “Ben özgürüm” demeyi hak etmiş olacaksın.

         Çünkü sen sadece O’na kul ve köle olmayı böylece seçmiş olacaksın.

         Devam edeceğiz inşallah.