Necdet Durak Hocamın gönderdiği elektronik postaya göre Kınalızade sempozyumuna 46 tebliğci çağrılmış. Bunlardan 41 tanesi bu bilgi şölenine iştirak etmiş.

Dediğim gibi bu çalışma uluslararası düzeyde olmuş. Gelen ülkeler Amerika, Fas, Tunus, Azerbaycan ve Almanya.

Yine bildirdiğine göre bu bilgi şöleninin iki büyük katkısı daha olmuş. İlki âlimimizin dedesi Abdülkâdir Hamîdî’nin Gülcü Mahallesi Deliklitaş mevkiindeki türbesi Valiliğin katkısıyla elden geçirilmiş. Bu dede kaynaklarda Fatih Sultan Mehmet’in hocası olarak geçmekteymiş.

Şölenin ikinci katkısı ise Kınalızadenin bütün eserleri CD halinde Türkiye yazma eserler kurumunun katkısıyla araştırmacıların inceleme ve üzerinde çalışma yapması için Isparta’ya getirilmiş.

Ne sevindirici bir haber değil mi? Allah bu konuda öncülük edenlerden razı olsun. Çalışmalarını bereketli kılsın.

Zira inanıyorum ki bizler toplum olarak yaşadığımız problemlerimizin çözümü için gereken birikime malikiz. Lakin kendimizden hep nefret ettik. Kendimize dair ne zaman soru sormuşsak resmi ideolojinin o demirden kafesine başımızı tosladık.

Konu kendi değerlerimizden açılmışken meraklıları için başka bir sevindirici haber daha vereyim.

Bundan on gün kadar önce Ramazan Topraklı beni büromda ziyaret etti. Yeni kitabını bana hediye etti: Yol ve Tarih. Dinar-Kemer Boğazı: Kelenai-Karaağaç hattı.

Daha öncede bahsetmiştim: Ramazan Bey Gelendost Yenice Köyü Köprüsünün izini sürer ve Eğirdir ile Hoyran Göllerinin kavuştuğu Kemer Boğazında sular altında kaldığını fark eder.

O, tarihi Miryokefalon Savaşı ile ilgili tezini ispatlayabilmek için ayrıca Roma Yolunun bu köprüden geçtiğinin de ispatı gerektiği kanaatindedir. Oysa bugüne kadar Kral Yolunun hep Akşehir ve Çay üzerinden geçtiği varsayılmıştır.

Tamamen bir akademik titizlikle kaleme alınan kitabı bu tez üzerine kuruludur. Kral Yolu ile ilgili zemin üzerinde deliller bulur ve iddiasını ispat amacıyla eserini kaleme alır.

Ramazan Beyin çalışmalarının SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünün de ilgilenmesi ve bu konuya eğilmesi gerektiği kanaatindeyim.

Sorum üzerine Ramazan Bey bu çabalarının sebebini bir dostundan rivayet ettiği şu cümle ile açıkladı. Bir kentin tarihini bilmek, onu tanımanın ve sevmenin ön şartıdır.

Duyar duymaz kafamda, bir kent için söylenen bu sözün bir ülke için de neden sorulmayacağını düşündüm.

Bazı vatanseverlerimizin(!) kulakları çınlasın… Onlara göre vatanı sevmek mitingler düzenleyip bayrağı bir sopa gibi birilerine doğru sallamak. Sonra da slogan atmak: Ya sev ya terk et.

Gerekirse en korkunç şekilde cinayetler işlemek ve hatta halkı birbirine düşürecek oyunlar tertiplemek…

Hâlbuki neymiş? Sevmenin ve tanımanın ön şartı bilmekmiş. Neyi? Tarihi… Daha açıkçası tarihin getirdiği değerleri… O değerleri üreten düşünürleri.

William Shakspeare gibi bir şair ve tiyatro yazarı olmadan İngiliz varlığından hiç söz edilebilir mi?

Veya Descartes, Montesquieu, Voltaire olmadan Fransa düşünülebilir; Fiche, Schelling, Kant, Hegel, Karl Marks vs olmadan Almanları izah etmek mümkün olabilir mi?

Ya bizler? Soruyorum: bir asır, iki asır öncene dair hangi düşünürlerimiz ile övünüyoruz?  Hangi görüşlerini biliyor, hatta onların hangi eserlerini okuyabiliyoruz?

Bırak okumayı varlıklarının dahi bilgisine sahip miyiz?

İlgililerine ve Meraklılarına duyurayım: Ramazan Beyin dediğine göre 14-15 Eylül tarihlerinde Şarkîkaraağaç’ta Hamideli Derneğince bir bilgi şöleni yapılacakmış.

Neden Şarkîkaraağaç’ta biliyor musunuz? 1765-1835 yılları arasında Ahmet Rüştü Karaağaci isimli Ispartalı bir başka âlim anılacakmış da ondan.

Bu âlimin iki eseri üzerine durulacakmış. İlki Tasavvuf ile ilgili olan Halli Rumuz imiş.

İkincisi ise İsaguci şerhi… Yani mantık kitabı… Hayret! Şarkîkaraağaç’ta mantık ile ilgili eser yazan bir âlim.

Ah ne olurdu modern Türkiye’mizde de Şarkîkaraağaç gibi yerlerde bu denli eser yazan âlimlerimiz yetişmiş olsaydı.