Hepimizin idealleri, hayalleri, hedefleri var. Gerçekleştiremediğimiz yahut bir şekilde ailemizin ya da çevremizin mani olduğu hayallerimizi bazen çocuklarımıza yükleyerek onların isteklerini yok saymış oluyoruz. "Hayat geriye doğru anlaşılır ama ileriye doğru yaşanır." der, Kierkegaard. Bir pişmanlık dalgası yaşamış olan veliler, çocuklarının hayatını rekabetçi esaslara göre tanzim etmeyi seçiyor. 

Henüz okuma yazmayı öğrenmemiş, birinci sınıf öğrenci velilerinin okul toplantılarındaki telaşlarına şahit olmuşsunuzdur. Milli Eğitim Bakanlığı'nın ücretsiz dağıttığı kitaplara burun kıvırıp "O yetersiz bir kitap, bu seti de alalım, öbürünü de alalım. Ne kadar çok ödev, o kadar başarılı çocuk anlayışı cabası. Miniklerin yalnızca çantası ağır değil. Omuzlarında ailelerinin çok arzu edip de yetişemedikleri hayallerini de taşırlar. Eğitim sisteminin olumlu yönde değişmesini engelleyen etkenlerden biri de velilerin körpe dimağlar üzerinde biriktirdikleri agresif emelleridir. Modern hayatla şekillenen bu hayaller sürekli çocuğa ilişkinin değil işin önemli olduğunu telkin edecektir. 

Onbeş yıl kadar oluyor, büyük oğlumun sınıf arkadaşlarının anneleriyle birlikteydik. Birbirimizi tanımak ve kaynaşmak için biraraya geldiğimizi sanmıştım. Ortaokul, lise mezunu olan annelerin çocuklarının tüm test kitaplarını kendilerinin de çözdüğünü ve hangi kitapta hangi sorular olduğunu ezbere bildiğini, sınavda hangi çocuk kaç puan almış, kaçıncı gelmiş, günü gününe takip ettiğini hayretler içerisinde öğrendim. Çocuklarımın yalnızca dersini geçip geçmediğini bilen bir veli olarak konuya yabancı kalmakla birlikte onlara şunu sordum: "Madem bu kadar çok vakit harcıyor, ders çalışıyor, çalıştırıyorsunuz, neden siz liseyi, üniversiteyi okumayasınız? "

O çocukların yerinde olmayı hiç istemezdim. Annem, babam benim sınav puanlarımı öğrenmekle yetinmeyecek, diğerlerini de soracak ve sürekli birinci gelmem için üzerimde baskı oluşturacak. Korkunç! 

Çocuklarımız, karnelerini, takdirnamelerini, mezuniyet fotoğraflarını paylaşarak tatmin olacağımız nesneler değiller. Elbette onların iyi eğitim almasını, iyi bir işi olmasını isteriz. Ama bu onun seçimi, onun sevdiği, istediği bir alan olmalı. Hastasını azarlayan bir doktor, öğrencisini tokatlayan öğretmen, inşaatı göçen bir müteahhit, adaletten uzak bir hakim olmalarındansa koyunlarına merhamet ve muhabbetle bakan bir çoban neden olmasınlar? 

Çocukluk yıllarımız tekrar geri gelmeyecek. Tozun, toprağın, çamurun içinde saatlerce oynamanın keyfini çıkarmış, yaşıtlarıyla gönlünce oynamış biri olarak ailem iyi ki hiç ödevlerimi kontrol etmedi, sınavlarımı sormadı diye düşünüyorım. Biz vazifemizi yapmadan evden çıkamazdık. Günümüzün ebeveynleri çocuklarıyla kavga gürültü içerisinde ödev saatlerini geçirirken modern dünyanın değersizleştirdiği şefkatli anne-baba olma özelliğinden sıyrılıp gardiyan rolünü benimsemiş oluyor. 

Teknolojik aletler ve internet çocukların sorumluluklarını daha kolay unutturuyor ve dikkatlerini daha cazip alanlara kaydırıyor. Elbette bunun önlemi alınmalı. Sınırsız özgürlük de aşırı baskı ve disiplin gibi olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Ancak çocukları okuma yazmadan soğutacak derecede test kitaplarına, ödevlere boğmak büyük bir hata. Eğitimde sevgi en iyi motivasyon. Öğretmenini sevmek, dersini sevmek, rekabet duygusundan uzaklaşıp sınıf arkadaşlarını sevmek... Maddiyat merkezli olmayan, duygulara yer ve imkan veren bir eğitim hiç kuşkusuz iyi insan yetiştirmenin de temelini oluşturacaktır...