Her toplumun hikayesinin kahramanları zamanında yaşayan insanlarıdır. Yaklaşık bir yüzyıldan fazladır yaşadığımız toplumun hikayesi de hüzünlü, karamsardır. Yüzyıllardır beraber yaşamış insanlar birbirlerinden nefret edip öldürmekte ve birbirlerinin acılarından mutlu olur hale gelmiştir. İslam milletinin temel referansı “Kardeşlik” ruhundan uzaklaşmışlardır.

           Abbas Pirimoğlu yazdığı “Ateş ve Kadın” adlı romanında içini acıtan-yakan bu can alıcı problemle temas kurmuş, toplumu alev alev saran bu ateşin nasıl söndürüleceği üzerine bir ışık tutmaya çalışmıştır.

            Sosyal felsefi hikayede asker oğlunu kaybetmiş Melek ana ile dağa çıkmış oğlunu kaybeden Azize ananın hikayesini buluyorsunuz. Çocuklarının ölümüne seyirci kalmaktan vazgeçip “Tanrısal Enelerin” ürettikleri anlam  ve değerleri bir aslan gibi parçalayıp kinin, nefretin, ideolojilerin yerine merhamet, sevgi ve kardeşliğin hakim olması için iki ananın ortaya koydukları mücadelenin hikayesi.

                Duygu yüklü, sürükleyici ve bir o kadar anlam yüklü, ezber bozucu.

Bu topraklarda birbirimizi yeni bulmadığımızın, neden bir arada yaşayacağımızın ve beyinlere takılan kelepçelerin nasıl çıkarılacağının hikayesi.

Ölümlerin yeni ölümleri nasıl tetiklediğinin,  acıların tek taraflı olmadığının, acıların hep çift taraflı ve çok yakıcı olmasının;

Kimlerin savaşın devamını sağlamak için kini artırdığının, tarafları birbirine kışkırttığının;

Tanrısal Eneleri ile ürettikleri anlam ve değerleri buldukları hamallara taşıtıp İbrahim’i yakacak olan ateşi nasıl büyüttüklerinin hikayesi.

Ve yine bu yangını “Birbirimize duyacağımız sevgi ve merhamet “ in sonlandıracağının ;

Bir aslan gibi üretilen ideolojik değerleri parçalayan, bir karınca gibi yangına bir damla su taşıma azminde olmanın hikayesi.

Sayın düşünür yazar abimizin yüreğinden gelen bu acıya karşı insani sorumluluk duygusuyla kaleme aldığı  hikaye aynı zamanda her şeyin siyasi liderlerden beklemenin yanlış olduğu, toplumu meydana getiren her bir kişinin yaşadığı toplumsal sorunların çözümünde karınca misali dahi olsa yapabileceği çok şeyler olduğunu gözler önüne sermektedir. Belki aksine bu tür sorunların çözümü; bireylerin gözlerini-zihinlerini açmasında, kendilerine sunulan üretilmiş değerleri taşımaktan vazgeçmesinde ve çözümün ne kadar kişi kişi, birey birey bizlerin ellerinde olduğunu anlamamızda saklıdır.

Toplumu uçurumun kenarına getirmiş bu büyük yangının söndürülmesi için diyalog kapılarının aralandığı muhalifiyle, iktidarıyla, tüm taraflarıyla sorunun çözümünde sıcak mesajların verildiği şu günlerde yazarın kitabı kamuoyuna olumlu bir katkı olması açısından da güzel bir zamanlama yakalamıştır.

Biri Türk diğeri Kürt iki acılı ananın el ele gönül gönüle vererek “artık yeter” deyişlerinin ve toplumda kardeşliğin, sevginin, merhametin tekrar oluşmasını sağlamak amacıyla vicdanları ayaklandırmasının hikayesini okuyan her okurun kendisini karınca gibi hissedip dudaklarından şu cümlelerin döküleceğini hissediyorum.

“Hepimiz Ademdeniz. Adem ise topraktandır.”