Tarih: 3 Temmuz 1908.Kolağası Resneli Niyazi, emrindeki 150 askeri ile birlikte dağa çıkar. Bugünkü Makedonya’nın Manastır şehri yakınlarındaki bu eylemi bir ihtilal girişimidir. Amacı Abdülhamit tarafından kaldırılan Meşrutiyeti yeniden getirmektir. Girişim bastırılamaz ve nihayetinde 23 Temmuz 1908 günü yeniden meşrutiyet ilan edilmiş olur.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin yıllardır yapmış olduğu abartılı propagandalar neticesi ahali bütün problemlerinin artık hallolacağı ümidi ile başlar şenlik yapmaya. Kadın erkek herkes sokaktadır. Kutlamaların haddi hesabı yoktur.
Bu arada o devrin ittihatçı aydınları da sokakta eğlenen ahaliye meşrutiyet ve anayasanın ne olduğu hakkında hitap etmektedirler. Bu ortamda Halide Edip Adıvar tarafından nakledilen çok enteresan ve bir o kadarda ibret verici bir diyalog yaşanır.
Bir hatibe ahali “ Bize anayasanın ne olduğunu söyle” diye seslenir. Hatip soru karşısında bocalamış olacak ki kestirme bir cevap verir:“Anayasa öyle büyük bir şey ki bunu bilmeyen eşektir”  Ahali “biz eşeğiz öyle mi?” diyerek karşılık verir. Bu konuşmayı dinleyen Rıza Tevfik atılır ve “Babalarınız da bilmiyordu hepiniz eşek oğlu eşek olduğunuzu söyleyin” der, bunun üzerine kalabalık hep bir ağızdan bağırır. “Eşek oğlu eşeğiz”(Aktaran Necmettin Alkan. Selanik İstanbul’a karşı. Timaş 2011.Sah: 55)
Şimdi bu anı üzerine biraz imal-i fikirde bulunalım: Evvela göze çarpan ilk husus ne İttihatçı aydınların ve ne de ahalinin ‘meşrutiyet’ ve ‘anayasa’ hakkında hiçbir şey bilmedikleri hususudur. Ancak uygulanan kesif bir propaganda neticesi herkes derdinin çaresine kavuştuğunu düşünerek sevinmektedir. O kadar sevinmektedir ki kimisi “artık istibdat kalktı vergi ödememize ne lüzum var” (sf: 58)derken, kimisi de İstanbul’da vapura ve tramvaya para vermeden binme özgürlüğünün geldiğini sanmıştır(Sf:60). Dönemin Maarif Nâzırı Abdurrahman Şeref Efendinin ifadesi ile “Hürriyete herkes istediği gibi mana vermiş, düzen, kanun ve hükümete itaatten bahsedenler istibdat artığı olarak sayılmıştır”. (Sf:56)
Peki, gerek aydınların ve gerekse halkın “meşrutiyet”, “anayasa” ve “hürriyet hakkındaki bu bilgisizlikleri ne ile yorumlanacaktır. Halk ve aydınlar müştereken cahil midirler, yoksa olayın altında yatan başka bir incelik mi vardır?
Evvela şu hususu peşinen hatırlamakta fayda var. Gerek meşrutiyet ve gerekse anayasa, hatta hürriyet kavramları Batı’dan özenilerek iktibas edilmiş kavramlardır. Fransız devriminin kendi toplumsal şartları neticesi Batı’lı toplumsal sistemlerde tedavüle çıkmış bu kavramlar ancak anavatanlarında bir anlam ifade edecekleri aşikârdır. Çünkü o toplumlar kendi tarihi gelişmeleri içerisinde yaşadıkları bunalımları aşmak için bu kavramları devreye sokmuşlardır. Lakin bir şartla: özenti ile değil, yaşayarak deneyerek, mücadele ederek, hissede hissede ilgili kavramları hayatlarında müşahhas hale getirmişlerdir.
Doğu toplumları ile Batı toplumlarının gelişme çizgileri farklı olunca birisinin deneyimi maalesef diğerinin üzerinde iğreti olarak kalmaktadır. Ancak işin trajik tarafı Batı’nın kendi deneyimine dair bu kavramların bilinmemesi aydınlarca “eşeklik” olarak nitelenmektedir.
Aydın bilmemeyi eşeklik olarak görmekte, atalarımız tarafından da bilinmemesi halini Batı karşısında toplumsal geri kalmışlık olarak niteleyerek kendi toplumu için “eşek oğlu eşek” muamelesi yapmaktadır. Çünkü toplumundan utanmaktadır. İşin trajikomik yanı ise bu aşağılanma halini toplumda benimsemekte ve anıda bildirildiği üzere hep bir ağızdan eşek oğlu eşeğiz diye bağırmaktadır.
Yaşanılan travma tipik bir lekeli bilinç haldir. Batı kendi toplumsal gelişme çizgisinin evrensel olduğu iddiasının propagandasını yapmakta ve buna kanan aydınlar da kendi toplumunu kandırmaktadır.
Bu nedenle de yaşanılan bütün yenilikler, hiçbir sorunumuzu çözmediği gibi bilakis artırmış ve daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir.
Bunun en canlı son örneği Abdullah Öcalan vakıasıdır. Öcalan Kürt Halkına hizmet gayesi ile bir örgüt kurduğu iddiasındadır... Örgütünün adı olan PKK’nın açılımı:  Kürdistan işçi Partisi’dir... Ne kadar anlamsız değil mi?  İşçi(!) Partisi...Tabii ki ideolojisi de sosyalizm olacaktır.
Oysa aydınlarımız hatta Öcalan bile Doğu ve Güneydoğu yörelerimizi “Feodal artığı” olarak küçümsemektedir. Zihinlerde beliriveren soruyu tekrarlamakta fayda var mı bilmiyorum? Şayet bu yörelerimiz feodal ise nasıl “işçi” partisi kurularak halka hizmet edilmeye kalkılır, yok kapitalizm seviyesine ulaşmışsa ki işçi partisi kurularak bu ima edilmektedir, o zaman o yöredeki insanlarımız nasıl feodallikle suçlanır.
Lekeli Bilinç hali işte bu denli karışık kafa halinin müsebbibidir.
Oysa Feodalite de işçi/proletarya sınıfını doğuran kapitalizm de Batı toplumlarının geçirdikleri toplumsal evrelerdir. Doğu toplumlarında özellikle Müslümanlarda hiçbir karşılıkları bulunmamaktadır.
Sorunlarımız var mıdır? Elbette vardır. Çözümünün ithal kavramlarla olmayacağı artık kaziye-i muhkeme haline gelmiştir. O zaman yapılacak olan kendi sorunlarımızı kendi toplumsal çizgimizin doğrultusunda çözüm aramak olacaktır.
 Yani kendi fikir dünyamızın hâsılası olan kavramlarımızla.