İşin en acıklı yönü de Vahye dayalı bir dinin Putperestlik ile kirletilmesi oldu. 395 yılında İznik Konsülün de Konstantin, İmparator olarak ağırlığını koydu ve teslise dayalı itikadı kabul ettirdi. Böylece Roma’nın yükünü çekemez hale gelen putperestlikten kurtuluyor, kurtulurken de Hıristiyanlığın içine putperestliği zerk ederek onu dönüştürüyor ve değiştiriyordu.

Hem de devlet eliyle... Böylece “Bizantizm” denilen devletin baskısı ve tanımı altında, sınırları belirlenmiş ucube bir dinin, devlet ile kurulan ilişkisi, kayda değer şekilde tarih sahnesine çıkmış oluyordu.

Dün Atina’da Olympos Dağındaki ilahlardan gücünü alan putçu düşünce, Roma döneminde Tanrılaşmış Sezarlar vasıtasıyla görülür hale geliyor, toplumsal yapı tıkanınca da “Hıristiyanlık” devlet-dini haline getiriliyor, getirilirken de özüne en büyük ihanet yapılıyordu.

Böylece devlet bir dini bozmanın onu asli kaynağından uzaklaştırıp kendi çıkarları için şekillendirmenin şehvetini doya doya tadıyordu. Tıpkı putperestlik döneminde işkencelere tabi tutulan ve yakılarak öldürülen Hıristiyan müminlerin feryatlarından aldıkları zevk gibi!.. Fakat gel gör ki dinin genetiği ile oynayarak kendisi için menfaat uman devlet, ileride başına bela olacak olan bir zebellayı /Kiliseyi yarattığını anlamıyor ve kestiremiyordu.

 Zamanla azgınlaşan Kilise kuyruğuna bastıkça, devlet acı içerisinde asırlar boyunca inim inim inleyecek fakat sesini kimseye duyuramayacaktır. Elinde ki “aforoz” silahını son derece etkili kullanan kilise karşısında, devletin imdadına yeni oluşan Burjuva sınıfı yetişecektir. Daha doğrusu Fransız Devrimi ile birlikte, devlete zorla sahip olan burjuva peydahladığı “Laiklik” isimli nur topu misali çocuğu ile Kilisenin aforozuna karşı ideolojik bir silah geliştirecektir.

Akabinde Burjuva eline geçirdiği devlet vasıtası ile sınırları içerisinde “ulus” namıyla maruf bir yaratı daha meydana getirecek ve bunun ideolojisini piyasaya sunacaktır: Ulusçuluk.

Gaye o sınırlar içerisinde palazlanarak tekelini oluşturmaktır. Zamanla sınırları aşmaya başlayan Burjuva artık küreselleşme şarkılarını mırıldanırken geriden gelen mukallit ülkeler halen daha milliyetçilik naraları atmaya devam edecektir. Tabii ki ikiz kardeşi olan laikliği de ihmal etmeden.

 

Lakin sıradan insanlar için değişen pek fazla bir şey olmamıştır.

Önceleri Sezar için savaşan ve birbirini öldüren Gladyatörlerin yerini zamanla Kilisenin kışkırttığı haçlılar almış, din savaşının modası geçince de insanlar ideolojiler için ölmeye başlamıştır.

Çatışma, saldırı ve düşmanlık. İşte bu üçlemedir, Yunan, Roma, Hıristiyanlık veya Çağdaş Batı dünyasına hâkim olan.

Taha Câbir el- Alvâni çok çarpıcı bir örnek veriyor:

            “İslam medeniyeti modeli fethedilen ülke halklarının köleleştirilmemesiyle temayüz etmiştir. Atina ve Roma’nın aksine, Medine, Şam, Bağdat ve Kahire sömürgelerden getirilen ve angarya düzeninde çalıştırılan kölelerle inşa edilmedi. Zekât toplandığı bölgelerde dağıtıldığından, zekâttan Müslümanların müttefiki olan veya Müslümanların yardımına muhtaç gayrimüslimler de faydalanıyordu.” ( İslam Düşüncesinin Bugünkü Meseleleri. Sh: 373)

            “Neden biz kapitalistleşemedik, neden bizde burjuva sınıfı oluşmadı?” diye dövünenlere ithaf olunur.

Nerede kalmıştık? Küreselleşmede değil mi? Batı küreselleşirken hasımlarına sakınmaları için milliyetçiliği önerir.

Böylece korunacağını sanan mukallitler düşünmeden söz dinler ve yapışırlar ideolojilerine.

Zamanla bölünür ve ufalanırlar. Böylece Küreselleşme akımı karşısında küçük küçük lokmalar haline gelirler.

Kısaca bir tarafta globalleşme, diğer tarafta glokalleşme; yani: lokalleşme... Yaşasın ideoloji. Ve Varolsun slogan atanlar.

Böğüren ama düşünmeyen kitleler. Vurup kırmaya hazır, bunu yapamadığı zamanda dili ile karşı tarafı rencide eden/küfreden ideoloji mahkûmları.

Size bir şeyi hatırlatmak ve bir şeyi de ikaz etmek istiyorum.

İlki: Allah var! Söylediklerinizden ve yaptıklarınızdan ona hesap vereceksiniz. Bugün peşine düştükleriniz yarın değil sizi kendilerini bile kurtarmaktan aciz kalacaktır.

İkincisi ise, Küreselleşmenin panzehiri milliyetçilik değil, bilakis farklı bir küreselleşmeye kulaç atmaktır.

İşte Batıda asla bu ihtimale katlanamamaktadır... Gaye fiyakası bozulmasın.