Dışarıdakilerin, yani modern dünyaya eklemlenen ülkelerin, yerleşiklere yani Avrupalılara karşı duydukları en büyük endişe “gerilik” duygusudur. Kendilerine bu kusuru hatırlatacak, yerli yersiz her ne görürlerse ondan nefret ederler.

            Mesela bugün Türkiye’de laik kesimlerde Ak Parti iktidarına karşı duyulan ölçüsüz nefretin altında yatan psikoloji burada gizlidir. Onlar bu iktidara, yaptıkları icraatların yanlışlığına olan kanaatlerinden ziyade Bu iktidar sebebiyle Avrupalılar bizi Ortadoğu ülkesi sanacaklar gibi veya “ başörtüsünü yaygınlaştırarak modern Türk kadınını Arap kadınlarına benzetecekler şeklindeki önyargıları nedeniyle muhalefet etmektedirler.

            Bu muhalefet tarzının altında yatan faktör, Batı’dan ‘geri’ kalmadığımızın, Türk insanının da pek ala bir batılı gibi modern olabileceğinin hatta olduğunun kanıtı olan Batı’lı standartların koşulsuzla benimsenip uygulanmasıdır. Çünkü onlara göre ilerilik göstergesi, yakalanması gereken ideal Batı standartlarıdır.

            Bir televizyon programında izledim. Yanılmıyorsam Fatih döneminde bir kanunname ile kabristanların etrafını çeviren duvarların boyu “dokuz yaşında çocuk boyu” şeklinde kayda bağlanmış.

            Şimdi bu kanunu hangi gözle okuyacağız. Lekeli bir yaklaşımla okursak yakıştırılacak kanaat bellidir: ‘İşte standartsızlığın tipik bir örneği.’

            Lakin lekelilik psikolojisinden sıyrılıp, ‘bunun altında ne gibi bir sebep vardır?’ şeklindeki bir kafa ile metne yaklaşırsak şunu görebiliriz: Mezarlar dokuz yaşına kadar olan çocukların ruhsal dünyalarını olumsuz etkiler, dokuz yaşından büyüklere ise ibret olurlar. Bu nedenle dokuz yaşına kadar olan çocuklar için görünür olmaktan çıkarılıp büyükleri için görünür kılınmalıdır.

            Peki,  duvarın boyu, neden ‘dokuz yaş çocuk boyu’ gibi değişken olarak belirtiliyor da her yer için aynı uzunluk uygulanmıyor? Çok basit: çünkü Osmanlı bir imparatorluktu. Bünyesinde değişik coğrafya ve iklimde yaşayan pek çok kavim vardı. Dokuz yaş çocuk boyu her yerde aynı değil ki standart bir ölçü emrolunsun!

            Dışarıdakiler-yerleşikler ölçüsüne en güzel örneklerden biriside Mustafa Kemal’in İnebolu Nutkudur. 27 Ağustos 1925 yılında elinde Panama Şapkasıyla İnebolu’ya gelen Mustafa Kemal evvela ahaliye “bizim kıyafetimiz milli midir?” diye sormuş, “hayır!” cevabı üzerine “ bizim kıyafetimiz medeni ve beynelmilel midir?” diye tekrar sorarak aldığı “hayır!” cevapları üzerine elindeki şapkayı göstererek:

         “Bu serpuşun adına şapka denir” demiş ve eklemiş“ Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi.… İşte şapkamız. Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz”

         Sonra gelsin tutuklamalar, yargılamalar,  İstiklal Mahkemeleri ve sırf bu nedenle asılan insanlar.

         Hatta şapka devriminden önce yazmış olduğu bir risale nedeniyle yargılanıp asılan İskilipli Atıf Hoca hadisesi; daha doğrusu hukuk faciası.

         Ayşe Hür bir makalesinde Şapka Devrimi ile Mustafa Kemal’in yaşadığı bir olay arasında ilişki kurar. Kurulan bu ilişki ile Ayşe Zarakol’un kitabında belirttiği “Dışarıdakiler- yerleşikler” ve “leke” kuramları adeta müşahhas hale getirilmiş olur.

1908 yılında Mustafa Kemal’i Trablus’a götüren vapur Sicilya’ya uğrar. Mola sırasında üstü açık bir fayton kiralayıp şehri dolaşmaya çıkan Mustafa Kemal, mahalle çocuklarının bu ‘fesli yabancı’yı limon kabuğu yağmuruna tutması üzerine epey sıkıntılı anlar yaşar. Daha sonraki yıllarda “Sicilyalı çocukların terbiyesizliğine değil, neden böyle yabani bir başlığa esir olduğuma kızmıştım” diyecektir.

Dışarıdakilerin yerleşikler karşısında yaşadığı bu “lekelilik” psikolojisi her şeyden evvela özgürlüğün kısıtlanmasına hatta özgürlüğün anlamının kaybolmasına vesile olmaktadır. Çünkü özgürlük biri negatif diğeri pozitif olarak iki açıdan ele alınır.

Negatif özgürlük başkasının müdahalesinden özgür olmak anlamına gelir. Bu elbette önemlidir, fakat pozitif özgürlük olmadan pek bir anlam ifade etmez.

Pozitif özgürlük ise, bir kimsenin kendi efendisi olması halidir.

Kendisi hakkında saygısıdır

Ayşe Zarakol “Yenilgiden Sonra Doğu Batı İle Yaşamayı Nasıl Öğrendi” isimli eserinde bu durumu da değerlendirir ve kanaatini belirtir:

“Mağlup taraf, galibin egemenliğini onu efendi olarak tanıyarak onar; köle olur”

         Haksız mı?

         Devam edeceğiz, inşallah.