Ademin-yokun- beşerin kalbine sapladığı paslı hançere İslam literatüründe “ küfür” ismi verilir. Küfür kelime manası itibariyle örtmek demektir.
    Buna göre “kâfir” örten kimsedir… Saklayan, üzerini kapatan, görünmez kılan. Neyi? Hakikati.


    Üstadın Ene’nin iki yüzüne dair sözünü tekrar hatırlayalım:
    “Biri hayra ve vücûda bakar. O yüz ile yalnız feyze kabildir. Vereni kabul eder, kendisi îcad edemez. O yüzde fâil değil, îcaddan eli kısadır.
    Bir yüzü de şerre bakar ve ademe gider. Şu yüzde o faildir. Fiil sahibidir.”

    Nietzsche insanı üç kategoride ele alır. İlki “sürü” insandır. Bu insan taşıyıcıdır; mevcut değerlerin taşıyıcısı. Düşünür, sürü insanı deveye benzetir. Çünkü deve sırtına yüklenen değerleri kusursuzca ve yüksünmeden taşıyan uysal bir hayvandır.


     İkincisi ise değerleri sorgulayan ve kendisini bu değerlerle bağlı hissetmeyen insandır. Nietzsche bu insana “özgür insan” der. Özgür insan değerleri belki parçalar ama yerine yenisini koyamaz. O özgür insanı bu parçalayıcı vasfı nedeniyle aslan ile benzeştirir.


     Yeni değerler koyabilen insana o “trajik insan” der. Trajik insanı da, her şeye bir çocuk masumiyeti edasıyla, yeniden başlaması hasebiyle çocuğa benzetir.


    Deve, aslan ve çocuk… Taşıyan, parçalayan, yerine değer koyan insan…


    Bu bağlamda Bediüzzaman’ın “deve” ve “aslan” anlamında insan kategorileri hakkında Nietzsche ile bir sorunu olmadığını, olamayacağını düşünüyorum.
    Lakin iş trajik insana gelince,  üstadın bu noktada düşünüre itirazı vardır. Üstada göre “trajik insan” Ene’si, şerre bakan, yokluğa giden “fail” bir insandır.


    Fail olmak, sanırım burada trajik insan anlamınadır. Bu insan evvela Verenin feyzini kabul etmez. Kendisi icada yeltenir. Her ne kadar fail gözükse de o esasen adem/yok hali ile maluldür. Fiilleri vucudî yani “mevcud/ var” olarak gözükse de Allah’tan gelmediği için kaynağı itibariyle vücuda bakmaz. Menbaı ve kaynağı itibariyle Ene’den kaynaklanır.
    Ene’den, ademden yani: yoktan…


    Peki ya o münfail olan ve Allah’tan gelen feyze açık olan insan. İşte o, her an murakabe halinde olduğu ve kendisine verilen değerleri her dem şuur âleminde yeniden ama hep yeniden hazmettiği için asla bir deve değildir.
    “Deve” hali, şuurun eksilmesi, anlamın buharlaşması, ruhun kaybolması ve feyze dair algıların kapanması halidir ki, asla kabule şayan değildir.


    “Aslan” hali ise örtenlere, örtmekten yana çıkarı olanlara ve Tanrılaşmış Ene’nin hezeyanlarına/ideolojilerine karşı hakikatin yanında yer almaktır ki, son derece takdire şayan bir haslettir.


    Lakin “trajik insan” hali, başkalarının Tanrılaşmış Ben’ine karşı aslan olan bir yiğidin, kendi Ben’inin tanrılaşması hali karşısında süt dökmüş kedi misali tavır alması halidir ki, buda ikiyüzlülüğün dik alası olsa gerektir.
    Aksi halde ne için ve ne amaçla aslan olunacaktır ki?


    Başkalarının ürettikleri güzele-çirkine; iyiye-kötüye dair değerler hakkında aslan olacaksın, sonra da kalkıp aynı fiili işleyeceksin!
    Başkalarının imal ettikleri ideolojileri tanımayacaksın, sonrada insanlığın başına yeni bir ideoloji öreceksin!

    Gene Nietzsche’ye dönecek olursak, onun trajik insanı, dünyayı iyisi ve kötüsü ile olduğu gibi kabul eden bir insandır. Bu bağlamda ruhsuz, edilgen hatta bedbaht bir insandır. Bu insan için kâinat umumi bir matem evi iken içindeki varlıklar ise anlamsız, birbirine ecnebi ve hatta düşman vaziyetindedir.


    Kısacası Abes ile dopdoludur dünya! Abes deyip geçmeyin, geçen yüzyılın en büyük filozoflarının ilham kaynağıdır absürt/saçma ve anlamsızlık.
    Yaşam Felsefesinden Varoluşçuluğa kadar, en büyük felsefi ekollerin ana kucağıdır saçma ve anlamsızlık.


    Ne kötü değil mi? Yok’tan hasıl olanın acı meyvesi ile bir ömrü zindan hali içerisinde yoksun geçirmek.
    Daha da kötü olanı ne biliyor musunuz? “Yok” demek…


    Zor lakin izahtan uzak değil “yok” demek. Mümkün varlık olan insan hem “var” hem de “yok” tabiatlı.  Mümkün olmasının gereği de zaten bunu gerektirir.
    Ancak insan, Ene’sini Tanrılaştırır ve Üstadın deyimiyle “şerre bakar ve ademe giderse”, işte o zaman yok der… Nadanca anırır...
    “Tanrı yok.”
    Çünkü yoktan ancak “yok” çıkar.