KÖTÜ BİR HABER!

Abone Ol

                                                                    

            Yine böyle bir 24 Ocak sabahıydı. Günlerden Pazar, hatırlayabildiğim kadarıyla da hava kar yağışlıydı. Günün ilerleyen vakitlerinde evimizin telefonu çaldı. Ahizeyi kaldırdım, arayan genç meslektaşım Osman Zabun’du. Heyecan dolu sesiyle “abi haberin var mı?” dedi ve devam etti: “Uğur Mumcu’yu öldürmüşler”

            O anda ben “eyvah!” diye tepki gösterdiğimi ve haykırırken de bir elimle başımı tuttuğumu sanki dün yaşamışım gibi halen hatırlıyorum.

            Osman kardeşimde benimle aynı kaygıları paylaştığı için dertleşmek amacıyla aramıştı. İkimizde ki duyguda çaresizlikti. Dışımızda gelişen hain bir planın, yaşanılan bu uygulaması karşısında çaresiz ve savunmasızdık.

            Tıpkı herkes gibi!

            İkimizde kaygılarımızda yanılmamıştık. Olay kullanılmaya elverişli medya organları vasıtasıyla birkaç saat içerisinde irtica karşıtı kampanyaya dönüşmüştü bile.

            Aslında yaşanan tam bir “linç” kampanyasıydı.

            Kötüler bu kez de başarılı olmuşlardı.

            Kışkırtılan kitleler İstanbul sokaklarına döküldü. Merhum Uğur Mumcu’nun evi etrafında toplandılar. Sevenleri haklı olarak çok üzgündü. Ertesi günkü cenaze töreninde de bu menfur olayı protesto ettiler.

            Ederken de sıkça “kahrolsun şeriat!” diye slogan attılar.

            Aman Allah’ım, o ne denli trajik bir sahneydi öyle!

            Yürüyenler bir cinayeti protesto için yürüyorlardı. Son derece insani duygularla yüklüydüler. Yapılan bir zulmü,  bir hayat hakkının gaspını tel’in ediyorlardı.

            Lakin “kahrolsun şeriat” diyorlardı.

Yani: Bir taraftan haklı olurken öbür tarafta en büyük bir haksızlığa cür’et ediyorlardı. Bir kulun hakkını savunurken onun mabudunun hakkını çiğniyor saygısızlık yapıyorlardı.

 Allah’ın dini olan İslam’a kahrolsun diye avaz avaz ısrarla bağırıyorlardı.

Onları ekranda izleyen milyonlarca dindar insan, yaşanan bu sahneleri büyük bir infial içerisinde seyrediyordu.

Bütün bunlar olurken yani halkın bir kısmı diğer bir kısmına karşı bilenirken birileri de ellerini zevkle ovuşturuyordu... Kim bilir belki de başarılarını kadeh tokuşturarak kutluyorlardı.

Vatansever, vatansever(!) yudumluyorlardı viskilerini. Ülkenin geleceğini çizen sahte ilahlar olarak.

Kötülüğün, iblisin iki ayaklı temsilcileri olarak.

            Aynı numarayı Danıştay saldırısında da denediler. Ama bu sefer fena yakalandılar. Güya başörtüsü yasağı için cinayetin işlendiği havasını vermeye çalıştılar fakat nafile! Kötülüğün efendileri kuyruklarını çok kötü kıstırdılar. Kazdıkları Ergenekon çukuruna düşüp, kaldırdıkları balyozu kafalarında patlamış buldular.

            Onların bir planı varsa, elbette Allahın da bir hesabı vardı. Ve O’nun hesabı plan yapıcıların hepsinin üzerinde idi...

            Tekrar Merhum Uğur Mumcu’ya gelecek olursak, Mumcu araştırmacı gazeteci olarak derin devlet ile PKK arasındaki ilişkileri araştırıyordu, işte bu onun sonunu hazırladı.

            Dostlar, bu menfur olayın yaşandığı yıl 1993 yılı idi. O yıl kötülük kokan başka olaylarda yaşandı. Mesela bunlardan biriside Eşref Bitlis’in öldürülmesi olayı idi. Eşref Paşa yine aynı yıl öldürülen merhum Turgut Özal gibi Malatyalı idi. İki hemşeri Kürt sorununu demokratik yollarla çözmenin yollarını arıyorlardı. Hatta Bitlis Paşa Barzani ve Talabani ile görüşmek için Kuzey Irak’a gitmiş, giderken jetler tarafından sıkıştırılarak hayatına kast edilmişti. Komutanlarını öldürmede başarılı olamayan barış düşmanları ikinci bir deneme yapacak ve Bitlis Paşa’yı öldüreceklerdi.

            Bitlis Paşa aynı yılın şubat ayında öldürüldü. Birkaç ay sonrada hemşerisi Turgut Özal yine öldürülmekten kurtulamadı.

            Aynı yıl Sivas katliamı oldu. Alevi sanatçı ve aydınları bir otelde diri yakıldı. Ancak daha sonra bu kişilerin önceden kurşunlanarak öldürüldüklerine dair otopsi raporları ortaya çıktı.

            Devam edeceğiz,inşallah.