GENEL

Tarhan Gürhan, uyku kitabı Müstakil Eylem’i anlatıyor

Abone Ol
Sosyal mesafeden röportajlarımda bugünkü konuğum, Tarhan Gürhan! İlginç bir kitap ile karşımızda Turhan Bey! Müstakil Eylem, bir uyku kitabı. İçinde 28 öykü var ve hepsi uykunun dünyasını anlatıyor. Uzun soluklu bir söyleşi oldu. Uykusuzluk üstüne fazla düşünsek de, uyku üstüne düşünmek o kadar akla gelmiyor. Fakat bu söyleşiyi okuduktan sonradan düşüneceksiniz sanıyorum. Şu Anda sert bir kahve alın da, okumaya başlayalım. Dışarıda yağmur, konumuz uyku, sonunda uykunuz gelebilir. Uykunuzu geceye gizlemek isteyebilirsiniz. veya Turhan Bey’in dediği gibi, uykunuz geldiyse uyuyun gitsin… Neşe Saçan okumalar… #evdeyimokuyorum   - İlk sorumu hep soruyorum ve doğrusu yanıtı için coşku duyuyorum. Tarhan Gürhan kimdir? Ulaşılanın dışarıda kalemi ve duygularıyla, kendi gözünden kendini nasıl anlatır? Keşke öteki yazar arkadaşlarıma da sorabilseydik. Hoş bir biyografi kitabı olurdu. Doğrusu bu soruya ben yanıt veremem. Kimse kendini anlatamaz, hatta anlatmamalı diye düşünüyorum. Uygun düşmez gibi geliyor bana. Başkaları onlar hakkında söz almalı. Bu sadece yazarlar, sanatçılar için yok cümbür cemaat için böyle. Biz kendimizi eğip bükeriz, kendi gözümüz kendimizi tekrar tekrar görmez veya olduğundan bambaşka görür. Zaten duygularımızı yazıyoruz. Ulaşılanın dışındakini, okur bulsun. Eğlenceli bir oyun olabilir. Bu oyuna kısa bir giriş yapayım… - Tabii! Nasıl bir oyundu? A.Ü. İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirdim. Okuldayken de biliyordum hiç gazetecilik yapmayacağımı. Lakin yazı pratiğime faydası olmuştur. Yönetmen yardımcılığı, senaristlik, reklam yazarlığı, dergicilik yaptım daha fazla. Tümü de yazmakla içten orantılı. 2007’den itibaren dosyalarımı kitaplaştırma kararı aldım. Gerçekten hiç yayımlamayacaktım, öyle çekmecemde duracaklardı. Ne oldu tamamen ben de bilmiyorum “Oyuncaklar Görmesin” adlı kıpkısa hikaye kitabımı yayımladım. Daha Sonra bir kıpkısa öykü kitabı daha yazdım: “Ekmek Balığı”. Bir mizahi kedi kitabı geldi ardından: “Bir Gece Kediniz Eve Sarhoş Gelirse”. “Alkoliçe/ Kendini Kundaklama Dersleri” adlı bir güncem de yayımlandı. Şiirlerimi yayımlama zamanı geldi deyip “Üzüntü Bebekleri”ni de bastırdım 2014’te. Belki bu yazdıklarım sizlerle aramdaki oyun için kısa da olsa bir fikir verir. gerçi heyecanınız için bir anahtar sözcük vereyim. Uzun zaman Dipnot Tablet dergisinde yazmıştım. 100. sayıydı sanırım, herkesten yeni bir özgeçmiş istediler. Onu paylaşayım. - Kesinlikle... “Daha dün Ankara’da doğdum, bugün hâlâ yaşıyorum, yarın, beklenmedik bir şey olur diye umutluyum. İlkokulu bir karamboldür bitirdim. Ortaokulu tamamen unuttum, gerçek! Lisede başım dönüyordu, başıma dönüyordum. Fen Lisesi dururken, “Düz Ergen Lisesi”ndeydim. Üniversiteyi kendime karşın, hayatımın dibini boylamadan geçiştirebildim. Sonra, tatil vitesine bir geçişim var, görmeliydiniz! Bu olayların mahalli, kişisel olarak benim hayatımdır. Henüz yazıyorum, icap ederse ben de bir gün yaşayacağım. Kimseye zararım yok, kendime yapıyorum ben! Aslında bölge olsa, şu hayatımı ucundan kiralamak isterim. Pardon, siz ne sormuştunuz!?” - Yazmaya ne zaman başlamıştınız? Çocukluğum Antalya’da, Akdeniz’e baka baka geçti. Okuma yazmayı öğrendikten daha sonra annem onca ev işinin, babam, kardeşim ve bana bakmanın aralarında ara sıra şöyle derdi: “Hadi al kağıdı kalemi eline, dedenlere mektup yazacağız.” Mutfak masasında o söyler, ben yazardım. Ankara’ya epey mektup yazdık. Zamanla ben aralara kendi cümlelerimi de katmaya başladım. “Büyükbaba bizim televizyonumuz değil. Şerif Amcalar’a iniyoruz. Onlar da bizi yere oturtuyor.” diye yazmıştım bir defa, anneme çaktırmadan. Dedem de bize televizyon parası göndermişti. Yazarak birincil paramı sekiz yaşında böyle kazandım. Dokuz yaşımda Ankara’ya geldik. Yeni mektep, yeni arkadaşlar, yeni hoca beni jurnal tutmaya heveslendirdi. O zaman jurnal yetişmek çocuklar arasında yaygın ve yönlendirilen bir şeydi. Televizyonda “Kökler” diye bir dizi yayınlanmaya başlamıştı. Afrikalılar’ın memleketlerinden cebren, işkenceyle Amerika’ya getirilerek esir edilmelerini anlatan epik bir dizi. Oradaki Kunta Kinte karakteri zamanla benim için özgürlüğün sembolü oldu. İlk bölümü seyrettiğim gece günlüğüme, “Ben yazan edinmek istiyorum.” diye yazmışım. Yıllar daha sonra buldum o defteri. - Yazma rutininiz nedir? Sonra yaşam araya girdi ve ben yazmaz oldum. Her Zaman okudum. Hiçbir vakit da bir yazma rutinim olmadı, olamadı. Uyumlu çalışan bir yazan olamadım. Aralıksız çalışan yazarlara defalarca imrendim. Son on beş yıldır bana ne olduysa, kendime ait bir alıştırma şeklim oluştu. Bütün gün yapmam gereken, okumam gereken şeylerden kurtulup akşam on ile gece dört arasında altı saat mutlaka yazmaya çalışıyorum. Benim yazılarım defalarca gece çıkıyor.
- Müstakil Eylem adlı kitabınız buluşturdu bizi. Uyku üstüne yazılmış 28 öyküden ve denemeden oluşuyor. Nasıl ortaya çıktı bu kitap? Neden uyku? Uyku ile çocukluğumdan beri bir sıkıntım var. Çok uyuyorum!? Uyku uzmanı bir doktorum var, “Neye göre fazla?” diyor? “Senin de ihtiyacın bu.” diyor. Ama bana yetmiyor bu sözler. Gündüzleri de minimum bir saat uyurum ben. Bu yüzden uykuyu konu alan romanlar, öyküler, bilimsel eserler defalarca ilgimi çekti. Biz ahali sahiden daha çok rüya hakkında konuşuyoruz. Rüyayı daha çok biliyor ve seviyoruz. Çünkü uykudan elimize bir tek o kalıyor, o da kalırsa!? Freud bile düşlerle ilgileniyor, uykunun kendisiyle değil. “Düşlerin Yorumu” adlı iki deri kitabı var. Herzamanki olmuştur. Uyku uzun, rüya kısa; ama uyku daha karanlıkta. böylece saat ne oluyor o kadar bilemiyoruz. Bir mekanizması var; ama az önce bütün olarak çözülmemiş. Ben de böyle sanki karanlık şeyleri her zaman sevmişimdir. Bu yüzden böyle bir kitaba kalkıştım. - Malum pandemi sürecindeyiz. Bu süreçte neler yapıyorsunuz? Bilhassa uyku üstüne düşüncelerinizde değişen noktalar var mı? Uyku; bizi tedavi eden, iyileştiren, onaran, yenileyen bir şey. Bakın tüm yaralı hayvanlara, bir köşeye çekilip uzun uzun uyurlar. Pandemide uyku konusunda kendimi aştım. Bitap Bekir’le yarışıyorum, Oblomov’la yarışıyorum. Gece, gündüz ne vakit olursa uyuyorum. Ara Sıra daha kısa ve sık, bazen de upuzun uyuyorum. Uykularım belirliyor her şeyimi. Uykusu geldiğinde uyumayıp ayık kalmayı hiç seçim etmem. Uykum geldiğinde yatarım, uykum bittiğinde kalkarım. Yetişeceğim bir yer ya da bir yaşantı değil zaten hayatımda. Çıkardım hepsini. Hiç telaş etmem mesela. Latince bir tümce defalarca aklımdadır hızlandığım olursa: “Festina lente” diyorlar, “Yavaş Yavaş acele et” Ben de öyleyim işte. - Bu dönemi bereketli kullanabilenlerdensiniz o vakit? Zaten öyle evden çıkan biri değilimdir. Hayatla o kadar temasım yok. Uyku dışında bütün zamanım egzersiz odamda geçiyor hemen hemen. 2.5 aydır evden hiç çıkmadım. İnsan hemencecik uyumlanabilen bir yaratık. Yeni durumlar yeni şartlar getiriyor, sen de ona alışıyorsun. Kendime göre bir çalışma düzenim oluştu kendiliğinden. Zaten en çok sevdiğim şeyler kendiliğinden olan şeyler, planlanan şeyleri sevmiyorum. Örneğin boşu boşuna sokakta harcadığım zamanı çalışarak geçirdim. Müstakil Eylem’in anında ardındaki yeniden Kara Karga için hazırladığım kitaba gömüldüm. Kendimce virüsün en büyük çaresi niyetlenmek. Şayet de hayatın çaresi niyetlenmek. Fazla çalışınca unutuyorsun virüsü, her şeyi. Yahut hepimiz çıldırırdık.   - Denemelerden biri size ait: ‘Uykunun İmkânları’. Uyku ile ilgili öyle fazla detaydan bahsediyorsunuz, nasıl bir ruh hâli ile kaleme aldınız bu denemeyi? Çoğunlukla birçok yazar gibi kesintisiz not alırım. Hafızama hiç güvenmem. Bu güne değin beni sürekli aldattı! Zaten yazılacak bir şeyi akılda tutmanın anlamı yok fakat, gidip onu yazacaksın ya da paşa paşa notunu alacaksın. Bu bende defalarca böyle çalışıyor. Diğer türlüsünü bilmiyorum. “Uykunun İmkânları” da öyle çıktı, diğerleri gibi. Tomarla notum vardı zaten kitap fikrinden önce. Onları ve konuya nasıl yaklaşacağımı bulduktan daha sonra geriye en hoş tarafı kalıyor: Kafandaki kurguyu yazmaya çalışmak. Uykunun etrafını çevirmekti amacım. “Aman açık havada bir şey kalmasın!” diye yazdım. - Peki çoğunlukla yazarken nasıl bir ruh halindesiniz? Ruh hâlim sadece yazarken değil genelde değişkendir. Kendimce burada denememi yazmaktan fazla, olmayan bir fikri, olmayan bir kitabı üç sene oldurmaya niyetlenmek daha değerli. Çünkü birçok insanın baktığı gibi; “Manâsız işler bunlar!” diye bakılan bir dünyada, bir hayali elle tutulur hâle getirmenin ruh hâline şaşıyorum. Zaten birçok yazar arkadaşım benim bu konuya inanmışlığım üzerinden verdiler yazılarını. Mesela Mario Levi: “Tarhan Beyciğim sırf sizin bu kitaba inanmışlığınız için yazıyorum bu yazımı” dedi. Yazıların hepsi Müstakil Eylem için yazıldı. Hepsi özgün ve biricik. Kitaptaki birçok yazarla yüz yüze tanışmışlığımız bile yok. Bu bile insanın ruh hâlini etkileyen bir şey. - Şöyle bir cümleniz var: “İnsan uykudan kaçamaz. Uykuda kendini kandıramaz. Uykunun da bir dili olmalı, bir aklı...” Bu sonuca nasıl vardınız? Evet, insan uykusundan kaçamaz. İlla ama uyur. İngilizler, “uykuya düşmek” diyor. Uyku güvenli olmayan bir şeydir. Güvende değilsindir. Siz de sonunda düşersiniz kendi uykunuza. Zaruri. Sorunuzun ikinci bölümü, “kandırma meselesi” kayda değer. Uyku hâlinde kişinin iradesi kendi ellerinde değildir. Bu yüzden kendini kandıramaz diyorum. Bir Takım halk müziği şöyle der: “Yatmadan önce bir düş kurarım ve kalktığımda benzer hayalin rüyasını görmüş olurum.” Seslenmek ancak bilinçaltı kandırılabiliyor. Mesela, “rüyasına yatmak” diye bir deyim var. Biraz geleceği görmekle ilgili!? Kişi yakında ne/ler olacağını rüyasında görebiliyor. Bu, çok eskiden çok yaygındı. Anadolu’da, büyük kentlerde, dilimizde vardı. “Hadi bir rüyasına yat da…” diye espriler yapılırdı. Sorunuzun son bölümü için, uykunun dilinin rüya olduğunu düşünüyorum. Uyurken beynimiz şalteri indiriyor, irademizi elimizden alıyor. Daha Sonra uykuda bir şeyler oluyor ve uyandığımızda hemencecik unutabileceğimiz bir rüya kalıyor elimizde. Örneğin çıt çıksa uyanan var, top patlasa uyanmayan var. “Uykusu hafif”, “uykusu ağır” dedikleri. Belki de budur uykunun aklı, herkese göre öbür ayrı, kim bilir!?   - Ercan Kesal’dan Hakan Günday’a, Haydar Ergülen’den Fuat Sevimay’a öyle çok özel ad var uyku hakkında yazan. Bu isimleri bir araya nasıl getirdiniz? Kitapta kimlerin öyküsünün olacağına nasıl karar verdiniz? Kitabı düşünürken ister istemez “Kimler olmalı?” diye bir soruyla dolanıyorsunuz etrafta. Sinemacıların cast yapışı gibi. Tıpkı böylece oldu. Önce bir yaylım ateşi yapıp sonra da nokta atışı yapmayı yerinde gördüm. Kitabın aklıma düşmesiyle elime geçmesi 3 yılımı aldı. Yayınevi arayışı kitabın hazırlanmasından uzun sürdü. Görüştüğüm yayınevleri dosyaya o kadar alaka göstermedi. Uyku meselesi onlara acayip gelmedi sanırım. En son Kara Karga Yayınları hızlı ve cesur bir şekilde kitabı basma kararı aldı. Ben de tüm yazarlarımızın metinleri üstüne yeniden çalıştım. Editörlük yaptım. Toplamda 72 yazarla görüştüm. 26 tanesi yazmayı kabul etti. Buradan ve her fırsatta onlardan söz etmeyi seviyorum. her biri ayrı ayrı layık kattı kitaba. Onlar olmasa bu kitap olmazdı. Biri de Sümer Kral Destanları’ndan gücenmiş bölümler zaten. İnanmayacaksınız lakin 2000’in üzerinde mailleşme, 1000’in üstünde telefon konuşması ve 900 paketin üstünde sigarayla bitti bu kitap. - Bu hikaye ve denemelerden en sıra dışı fikre sahip olan sizin için hangisiydi? Bu soruyu izninizle şöyle cevaplayayım. Böyle bir seçim yapmam, yapamam. Benim için yazarların tümü sıra dışı bir fikre sahip. Hepsinin kendine özgü yaklaşımları, görünüm açıları, yorumları var. Zaten “uyku kitabı” gibi bir “hayal”i kabul edip yazmaları bile yeterince sıra dışı. Hepsini fazla seviyorum, iyi oysa varlar. - Peki uykusuzluk hakkında ne düşünüyorsunuz? Enis Batur “uykusuzluk” üzerine yazdı örneğin. Uykusuzluk çok güvenli olmayan bir şey benim için. Bir ya da iki gece uyumayan kalırsam hemencecik zihin akıntı hızım korkunç derecede hızlanıyor. Dikkatim dağılıyor, hatalar yapmaya başlıyorum, odaklanamıyorum, günümü planlayamıyorum, bildiğiniz deliye dönüyorum. Gerçekten o enerjiyi çok seviyorum. İnanın cümbür cemaat sever. Muhteşem bir coşku seli… Bir keresinde 14 gün uyumamıştım. Toparlanmam kuvvet oldu. - Halam, ‘Uyku güççük vefat!’ derdi şiveli konuşmasıyla. Bu sözü duyarak büyüdüğüm için etkisinde kalmadım desem yalan olur. Kitabı okuyunca, acilen soruları da hazırlarken aklıma o geldi. Siz ne düşünürsünüz bu söylem için? Fazla dürüst. Kitapta çoğu yazan arkadaşım bu konuya değindi zaten, ben de… “Ufak ölüm”, “benzeri vefat” fazla sık kullanılıyor uyku için. yine de uyanacağını bilerek yatıyorsun yatağa. Bir umut işte. Dünyada öyle çok insan uyurken vefat etmek istiyor, o da bambaşka. Acı çekmeden vefat etmek yatıyor aşağıda. “Pak vefat” diyorlar buna örneğin. “Küçük vefat”ü Fransızlar orgazm için de kullanıyorlar sanırım.   - Tanıtım bülteninde şöyle bir soru var, şimdi size sormak istiyorum: “Uyku, hayatımızdan çalan bir düşman mı, yoksa gerçekte kendimiz olabildiğimiz, kendimizle olabildiğimiz tek zaman mı?” İkisi de diyebilirim. Bazen bir takım şeyleri birbirlerinden ayıramazsınız ya, pek işte. Kitabın adını Müstakil Eylem koyduğumda, birçok arkadaşım kızdı bana. Kitap çıkınca sevdiklerini söylediler daha sonra. Mesela Kara Karga Yayınları isme hiç itiraz etmedi. Bu yüzden hem teşekkürler onlara. - Peki niçin Müstakil Eylem? Müstakil bir şey, kendisi olmaya yakın bir şeydir. Biz de uykumuzda kendimiziz bana tarafından. Çaldığı şey zamansa eğer, ayık geçirdiğimiz zamanları bize armağan ettiği içindir şayet de. Müstakil Eylem dememin esas sebebi şu; dünyada müstakil olarak yaptığımız tek eylem olması. “Eylem”e takanlar oldu. Evet, uyku eylemdir. Tekil bir eylemdir; lakin eylemdir. Bizim aklımıza eylem deyince kitleler, kalabalıklar geliyor. İşte müstakille eylemin çelişkisinden doğdu bu isim. Birileriyle birlikte uyuyabiliriz; lakin herkes kendi uykusunu uyur. Uyku, biriciktir. Tatlıdır. Uykucu insanlara bakın hepsi fazla tatlıdırlar. Hafiftirler, yavaştırlar, sakindirler, takmazlar, huzurludurlar… - Şu sıra üzerine çalıştığınız yeni bir meslek var mı? Pandemi süreci sonrası neler yapacaksınız? Sizce nasıl olacak? Var muhakkak… Güzel bir işi bitirmenin ardından gelen enerjiyle tekrar Kara Karga Yayınları’yla yeni bir kitaba kalkıştık. Şimdilik aramızda. Kimseler duymasın! Zamanı geldiğinde onu da paylaşırız isteyerek… Pandemi sonrası için özel bir planım değil. Kendi ufak yaşantım devam edecek. A Kadir hapishanede yazdığı bir şiirinde, Ezginin Günlüğü onu besteledi daha sonra, “Hani bir dışında olsam/ daima yürürüm durmam” diyor, ben de yürürüm. Kapalı kalınca dilim şişirilmiş galiba amma fazla konuştum. Bir şeyler unutulmuşsa da affola… Damla Karakuş: Teşekkür Ederim. Tarhan Gürhan: Teşekkür Ederim. Müstakil Eylem Kolektif Kara Karga Yay. S.: 248 Kitabı satın almak için tıklayınız: kitap365 * Damla Karakuş email protected Instagram: biyografivekitap Bu haber sizlere www.haber32.com.tr farkıyla sunulmuştur