“Yüzyılın en büyük finansal krizi”ni yaşıyoruz. ABD konut sektöründe yaşanan balonun patlamasından, ABD nüfusunun yüzde 10’unu oluşturan eşikaltı grubunda yaşayan kişilerden çok; büyük şirketler, siyasi yönetimler ve finansal kurumlar daha fazla sorumludurlar. ‘Günah Keçisi’ olarak sadece FED'in eski Başkanı Greenspan’ı göstermekle hem krizi basite indirgemiş hem de krize karşı önlem almada yanlış bir yol seçmiş olacağız.

Sorunlar, ABD kökenli olmakla birlikte küreselleşmenin de etkisiyle önce "finansal kanal" üzerinden sonra da "ticaret kanalı" üzerinden tüm gelişmiş ülkelere bulaşmış durumdadır. ABD, Japonya, İngiltere, Kıta Avrupasının önde gelen ekonomileri ve Asya ülkeleri bir resesyonun eşiğine gelmişlerdir. ABD henüz resesyonda olduğunu kabul etmese de, geçen ay Japonya, Almanya ve Euro Bölgesi "resesyondayız" açıklamaları ile piyasaları sallamıştır. Bir dönem yaşamın en pahalı olduğu ülkelerin başında gelen ABD'de yaşama maliyeti 60 yılın en düşük seviyesine kadar gerilemiştir.

Kriz sonrası oluşan göstergeler başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki toparlanmanın 2009 yılının ikinci yarısından önce başlayamayacağına işaret etmektedir. Ancak gelişmiş ülkelerde başlayan yavaşlamanın önümüzdeki yılın ilk yarısını da etkileyecek şekilde uzaması gelişmekte olan ülkelerin büyüme performanslarında ciddi ölçüde bozulmalara neden olacaktır. Finansal piyasalardaki kötü durum son yaşananlardan sonra geride kalmış olabilir. Ancak "reel sektör" açısından asıl zor dönem şimdi başlıyor. Finansal sistemler tam anlamıyla tıkanmış durumdalar. Finans kuruluşları kendi yükümlülüklerini karşılayacak kaynağı bulamaz hale gelmiş ve "son borç verici" konumundaki merkez bankalarından talep etmeye başlamışlardır.

Temmuz ayında 147 dolar olan petrol fiyatları, hedge fonların sert satışları ve azalan talepler karşısında 50 dolara kadar gerilemiştir. Enflasyonist baskılar bir bakıma ortadan kalkmış görünse de, küresel ekonominin kapısına enflasyondan bile daha tehlikeli bir durum olan Deflâsyon risk dayanmıştır. ABD'den Çin'e, İngiltere’den Japonya'ya kadar birçok ekonomide fiyatlar genel düzeyi şiddetli bir düşüş eğilimine girmiş, toplam arz toplam talebi aşmıştır. Deflasyonist ortamda fiyatlar düşüş trendinde olduğu için tüketici zaten kısılmış olan harcamalarını daha da azaltmıştır. Avrupa'da da fiyatlar hızla düşmekte ve harcamalar aynı hızla gerilemektedir. Ancak Avrupa Merkez Bankası fiyatlardaki düşüşü "deflâsyon" olarak isimlendirmemektedir. Buna karşılık Uzak Doğu ekonomileri deflâsyon alarmını vermiştir.

Türkiye piyasalarında da ciddi bir durgunluk söz konusu iken en temel açıklama ve eleştiri TÜSİAD'dan “Çok tedirginiz. Hükümet tedbirleri zamanında alsaydı krizin etkisini daha az hissederdik” şeklinde yapılmıştır. Çünkü her gün işçi çıkarımları sürüyor ve fabrikalar kapanıyor. TÜİK’in son araştırmasına göre geçen yıl 9,3 olan işsizlik oranı bul yıl yaklaşık 300 bin kişinin işten çıkarılmasıyla birlikte 10,3’e yükselmiş durumda. Tüketim azalmış durumda ve alışveriş merkezleri panikte… Denizli’nin, Kocaeli’nin organize sanayisinden, Bursa’nın, Gaziantep’in tekstil devlerine, Mersin’in, Hatay’ın narenciye bahçelerinden, Trabzon’un, Samsun’un çay ve tütün ekenlerine kadar bütün üreticiler panikte…

Görüldüğü üzere “Dünya yangın yeri” ve bu yangın bütün küresel ekonomilere olduğu kadar Türkiye ekonomisine de sıçramış durumda. Esnek çalışmanın diretildiği, taşeronlaştırmaya göz yumulduğu, işçinin/emekçinin alın terinin alıkonulduğu, iş garantisinin ve sağlık garantisinin suiistimal edildiği, sosyal devlet ilkelerinin halka bir sadaka olarak sunulduğu Türkiye gibi toplumlarda bu süreç daha acı ve daha derinden yaşanacaktır.

- - - -