Al’i İmran (3):92 - Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.

Nisa(4):38 - Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman etmedikleri halde mallarını, insanlara gösteriş yapmak için harcarlar. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır!

Nisa(4):39 - Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah'ın verdiği rızıktan gösterişsiz harcasalardı kendilerine ne zarar gelirdi? Allah onların söz ve işlerini çok iyi bilendir.

Enfal(8):60 - Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah'ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.

 

Mal kazanma duygusu yaratılışta yani fıtratta insanın içine verilen bir duygudur. Bu durum Al’i İmran 14. Ayette ifade edilmektedir. “Kadınlara, oğullara kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır. Bu ayet insanın mal ve servet karşısındaki acziyetini göstermektedir. Ancak bütün hayatın mal biriktirmek üzere olamayacağı da açıktır. Müslüman olarak sadece dünyalıklar üzere yaşayamayacağımız, bunların dünya hayatının geçici nimetleri olduğu, asıl güzelliğin Allah katında olduğu ayetin sonunda açıklanmaktadır.

Rabbimiz bizlere dünyadaki servet ve oğulların dünya hayatının süsü olduğunu pek çok ayette hatırlatır. “Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size mutlaka ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık kurtulmuştur. Dünya hayatı zaten sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir. Andolsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız.” Al’i İmran 185-186, ayrıca Şura 36-38 ayrıca “Malların ve evlatların birer fitne olduğu…” Teğabün 15 gibi ayetlere baktığımız zaman imtihan alanının hayatın tamamına yayıldığı, dünyalık elde etmeye çalıştıklarımızın yanı sıra çocuklarımızın da imtihanın önemli bir parçası olduğu bildirilmektedir.

Kazanma hırsıyla dünyaya dalan insanoğlu zamanla kazandıklarının tamamının kendi çabaları sayesinde olduğu vehmine kapılabilir. Rızkı genişletip daraltanın Allah olduğunu unutur. Kendisinden bir şey ortaya koyamayan insanoğlu Allah’ın ona verdiği imkânları kullanarak rızka ulaşır. Rabbimiz, kendi sünneti gereği, kimi insana bol nimet verirken kimine de az verir. Kendilerine bol rızık verilenlere bunların Allah’ın bir nimeti olduğu hatırlatılır. Bu durum Kur’an’da şöyle anlatılır. “De ki: Doğrusu Rabbim, kullarından dilediğinin rızkını hem genişletir ve hem de ona daraltıp bir ölçüye göre verir; sarf ettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar, çünkü O rızık verenlerin en hayırlısıdır.”Sebe 39 ayrıca Nahl 71’de de şöle buyurmaktadır. “Allah, rızıkta kiminizi kiminizden üstün kıldı. (Rızıkta)üstün kılınanlar, ellerinin altında bulunanlara kendi rızıklarını verip de hepsi rızıkta eşit olmuyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar”

Ayetlere dikkat edilirse rızkı bol verilenler üzerlerinde ağır bir emanet taşımaktadırlar. Fazladan verilenlerin gerçek sahibi onlar değildirler. Ellerindeki mal ve servet hak sahiplerine verilmek üzere emanet olarak verilmiştir. Bu emaneti taşırken ihmal etmeden, zamanını geciktirmeden, savsaklamadan, başa kakmadan, adi veya bozuk olanını vermekten kaçınmalı, güzel ve kullanışlı olan ne ise ondan verilmelidir.

Bu şekilde karşılıksız vermenin zengin kimsenin sadece lütfu değil aynı zamanda zorunlu bir görevidir. İslam bu uygulamayla zenginliğin sadece belirli bir sınıfın elinde dolaşan bir meta haline gelmesinin önüne geçmiş olmaktadır. İnsanoğlunun kazandıklarını ancak mezara kadar götürebilir. Bu şekilde bir yardımlaşma ile kalıcı hale getirip, Ahiret hayatında karşısına kat kat artırılmış olarak çıkacaktır.

İnsanoğlunun zayıf yönlerinden biri de mal biriktirdikçe daha güçlü olduğunu hissetmesidir. İmtihan aracı olan mallar eğer dağıtılmazsa tehlikeli hale gelmektedir. Kişi zamanla ‘müstağni’leşir. Yani zenginlik ve güçlü olmaktan kaynaklanan ve hiçbir engel tanımadan her istediğini yapabilme hastalığına kapılır. Yaratıcısından hiçbir isteği olmadığı düşüncesi belirmeye başlar. Güç sahibi olmak insana her istediğini yapma duygusu verdiği için başka insanları da kendine itaat etmesi gerektiği düşüncesini beraberinde getirir. Bu düşünce insanın ayağının kayması için yeterlidir. Artık dünya imtihanını kaybetmek üzeredir. Müstağni olmak sadece Allah’a mahsustur. İnsanoğlu bunu Allahtan alıp kendi ne ait olarak görmeye başlayınca yukarıdaki tehlikelerin olması kaçınılmaz hale gelir.

Ekonomik açıdan güçlü olmak ilk dönemlerden günümüze kadar her toplumda önemli ve belirleyici olmuştur. Peygamberlere karşı çıkanlar ilk olarak ya zenginler olmuşlar ya da ileri gelenler olmuşlardır. Bunun tesadüfi olduğu söylenemez. Çünkü ekonomik dağılım bozuk olduğu zaman toplumda bozulur. Toplumda zaman içinde insan sınıfları oluşmaya başlar. Zengin ve fakir tabaka diye isimlendirilen zümre bunun sonucudur. Ve zamanla yoksullar zenginlere köle olarak çalışmaya başlarlar.

Mal biriktirip yığma hırsı günümüzde olduğu kadar tarihin hiçbir döneminde can yakıcı boyutta olmamıştı. Özellikle batı dünyasıyla özdeşleşen modern yaşantının getirdiği hastalıklar karşısında çözümü zengin olmaya bağlayan Müslümanlar, pek çok değerlerini kaybettiler, dünyevileştiler, bireyselleşerek ümmetten uzaklaştılar, menfaatlerini kutsalın önüne koydular. İnfak hayatlarından çıkıp gittiği için İslam’ın alanı da daraldı ve basite indirgenen bir din anlayışı ortaya çıktı. Yapılan basit yardımlarla yardımlaşmayı hallettiğimizi düşündük. Ama Müslüman toplumlarda korkunç bir gelir dağınıklığının varlığı herkesi rahatsız etmeye devam ediyor. Bir tarafta çeşmesini altından yapan petrol milyonerleri, diğer taraftan bunlara hizmetçilik yapanlar. Bu iki insanda Müslüman ve günde beş defa aynı camide aynı kıbleye dönerek namaz kılıyor. İşin çıkmaz tarafı da burası. Artık kılınan namazlar toplumda birliktelik oluşturmuyor. Dinin sadece namaza indirgenmiş hali bu olsa gerek.

Kur’an’ı kerimde pek çok ayette Allah infak etmekten bahseder. İnfak; Allah’a gereği gibi kul olmanın önemli yollarından biridir. İmanı; bir bedel ile ispat ve ifade etmek, Allah için nefsi ve malı arındırmanın bir gereğidir. Gerçek iyiliğe ulaşmanın yolunun infak ile olacağı hatırlatılmıştır. İnfak tavsiye edilmiş, insanın içindeki servet biriktirme hırsının ancak infak ile giderilebileceği anlatılmıştır. İnfakın sevilen mallardan olması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Bu da yapılacak olan yardımın canımızı acıtacak türden olmasıdır.

Yapılan infak ve diğer yardımların münafıkların yaptığı gibi yapmamaları gerektiğine dikkat çekilmiştir. Çünkü münafıklar yaptıkları yardımları ya gösteriş için yaparlar ya da reklam amaçlı yaparlar. Allah müminlerin onlardan farklı olmaları gerektiğini hatırlatarak gösteriş amaçlı yardım yapanları Nisa 38. ve 39. ayetlerde şeytanın dostları olarak tanımlar. Bu yardımın hiçbir getirisi yoktur. Dikkat edilirse iman etmeyip mümin göründükleri için ayetten nasiplenememiş olanlardır. Allah böyle insanları çok iyi bilendir. Selam ve dua ile…