“Kriz bizi teğet mi geçti?” tartışmalarını bir yana bırakıp reel ekonomiye yani piyasaya döndüğümüzde görüyoruz ki kriz bizi teğet geçmemiş, aksine Türkiye ekonomisinde derin ekonomik çatlaklara neden olmuştur. Bugün yaşanan küresel kriz nedeniyle global üretim oldukça düşmüştür. Bununla birlikte ülkelerdeki çıktı açığı da yüksek seviyelere ulaşmıştır. Kısa dönemde enflasyon üzerinde düşme yönünde bir baskı oluşmuş, uzun dönemde ise ekonomik faaliyetlerin yavaşlamasıyla uygulanan para politikalarında bir gevşeme meydana gelmiştir. Fiyat istikrarı önceki yıllarda olduğu gibi yine ikinci plana itilmiştir.

 

Fiyat istikrarı, iyi işleyen bir piyasa ekonomisinin temel taşlarından bir tanesidir oysa. Ekonomik birimlerin yatırım, tüketim ve tasarruf kararlarını alırken dikkate almaları gerektiği ancak gereken önemi vermedikleri bu husus, oyuncuların göreli fiyat değişimlerini daha kolay anlamalarını ve daha sağlıklı karar almalarını sağlamaktadır. 1980’li yıllardan 2000’li yıllara kadar fiyat istikrarının sağlanamamasından dolayı enflasyon, ekonomik ve toplumsal göstergelerde ciddi yıpranmalara neden olmuş; yurt içi kaynaklar verimli bir şekilde yatırımlara dönüştürülememiş, bireylerin karar alma süreçleri gelecekten çok geçmişe endekslenmiş, ekonominin dış piyasalardaki rekabet gücü azalmış ve mali piyasaların mevcut sığ yapısı zayıflamıştır. 1980’li yılların aksine 2001 yılı sonrası ülkemiz için gerekli olan kazanımları kalıcı kılmak ve büyümeyi sürdürülebilir bir hale getirebilmek için fiyat istikrarı açısından önemli adımlar atılmış olsa da, son yaşanan küresel krizle bu hedeften ciddi biçimde sapmalar yaşanmıştır.

 

2002-2007 yılları arasındaki dönemde ortalama enflasyon yüzde 13,7 olarak gerçekleşirken ortalama GSYİH büyümesi ise yüzde 7 seviyelerinde olmuştur. 2008 yılı için ise bu iyimser rakamlardan söz etmek mümkün değildir. TÜİK’in 2008 Aralık ayı ÜFE ve TÜFE rakamları sırasıyla yüzde 8,11 ve yüzde 10,06 olarak gerçekleşmiştir.  2008 enflasyon hedefi oysa sadece yüzde 4 idi. 2008’in üçüncü çeyreğinde GSYİH’daki büyüme oranı yüzde 0,5 olarak gerçekleşmiş, toplamda ise Türkiye 2008’de sadece yüzde 3 oranında büyüyebilmiştir. Burada da yılbaşında hedeflenen oran yüzde 5,5 idi.

 

Gördüğünüz gibi toksit türev uygulamalarından kaynaklanan küresel finansal kriz, derinleştiği 2008 döneminde Türkiye’nin para ve maliye politikaları hedeflerinde önemli sapmalara neden olmuştur. Maliye politikasında fırsat kaçmıştır. Ekonomi yöneticileri bu fırsatı hem küresel krizi hafife alarak hem de Türkiye ekonomisi üzerindeki tahribatını küçümseyerek kaçırmışlardır. Para politikasında ise halen bir manevra alanı mevcut gibi görünse de sorumluluk sadece Merkez Bankasının üzerine yıkılmıştır.

 

2009 yılında Türkiye ekonomisinin krize karşı reçete anlamında elinde sadece IMF ile yapılması beklenen bir anlaşma söz konusudur. Bu ilişki her ne kadar “ümük sıkma” polemiklerine dönüşmüş olsa da, ucu açık bir önlem olarak ekonomi yöneticilerinin masasında durmaktadır. Türkiye ekonomisinde kötümserlik ağustos ayında başlamıştı. Ekim ayından itibaren ise küresel kriz ihracatı hızla aşağıya çekmeye devam ediyor. Deflasyonun yaratmış olduğu ithalat düşüşü ile de net ihracatın büyümeye olan katkısı net olarak belirlenemiyor. IMF anlaşması güven bunalımından çıkışın ilk adımı olacak ve bir nebzede olsa Türkiye ekonomisinde canlandırıcı bir etki yaratacaktır.

 

Son Söz: “Gerçek ve gerçek olmayan arasında siyah beyaz farklılığı olmadığı gibi doğru ve yanlışı da birbirinden her zaman ayırt edemeyiz. Hatta aynı şey doğru hem de yanlış olabilir.”  

- - - - - - -