Kavramların anlam dünyasına girmeden anlatılmak isteneni anlamak mümkün değildir. Kavramlar kodlardan oluşur. Bizlerin de bu kodları çözmesi gerekir. Kavramın kullanımı çok önceki dönemlerde başlamış olsa bile günümüze yansıyan kısmı var mı buna bakılmalıdır. Bu açıdan üzerinde düşünülmesi ve çözülüp anlaşılması gereken bu kavramlardan biri de hicrettir. Acaba hicret Müslümanların Mekke’den Medineye göç etmesiyle sona erdi mi? Yoksa gündemimize aktaracağımız konular var mı? Bu yazımızda Hicreti ele alacağız.

Tartışmasız Hz. Peygamber bizim için Üsve-i Hasene (en güzel örnek insan)dır. Bu, Kur’an ayetiyle sabittir. Ahzab suresi 21. ayet “Gerçek şu ki, Allah'ı ve Ahiret Günü'nü (korku ve umutla bekleyen) ve O'nu her daim anan kimseler için Allah'ın Elçisi güzel bir örnek teşkil eder.” Bu ayet Hz. Peygamberin örnekliğini kıyamete kadar süreceğinin açık göstergesidir. Bizlere düşen yaşadığımız dönemde bu örnekliği gündemimize taşımak olmalıdır.

Bu konudaki en büyük sıkıntı; Hz. Peygamberi yaşadığı olaylar karşısında nasıl çözüm yolları geliştirdiğine bakmak yerine, kişisel özellikler dediğimiz ‘ hilye-i şerif, şemail, hasais, delail’ türünden derinliği olmayan konulara bakılarak örnek alınmasıdır. Bu tür anlatımlar genelde bir insana ait olan fiziksel özellikleri ön plana çıkarır. Bu anlatımlarda Hz. Peygamber, problemi çözmek için olayın merkezinde değildir.

Hz. Peygamber'in yaşadığı ortamı, orada ne yaptığı, nasıl yaptığı gibi belirleyici özelliklere yönelik Kur’an’ın pratik hayattaki karşılığı olan sünnetini öne çıkartacak, uygulamaya dönük esaslara bakılmalıdır. Vahiy temelli kurduğu plan ve stratejilerini, buna bağlı ürettiği ve kullandığı politik araçlarını, yapılanmasını ve hedefini belirgin hale getirme öncelik arz etmelidir.

Peygamberi tanımanın, onu doğru anlamanın ve tabii ki sahih sünnetini gündeme taşımanın öncelikle yetiştiği çevreyi ve Mekke toplumunun sosyal hayata yönelik gerçekleri doğru tanımakla doğrudan bağlantılı olduğunu unutmamak gerekir. Bunu anlamanın diğer bir yolunun da çağının insanının genel düşünüş biçimini oluşturan temel değerlerin nelerden oluştuğu bilinmelidir.

Toplumsal refleksler, dönemin kültürel yapısı ve asırlar boyunca kabileciliğin getirdiği birikim tarihsel bağlamda ele alınmalı ve yerli yerinde kavranmasına bağlı olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Dolayısı ile kutlu Nebinin davetinin taşıdığı temel hedeflerini ve niteliklerini ortaya koyarken, hedeflerine bağlı kalışındaki ısrarını, baştan belirlediği stratejisine bağlılığını, amacına uygun örgütlenmesini, cesaretini, basiretini, ferasetini ve liderliğini açıkça ortaya koyabilmeyi hayatında çok önemli bir dönüm noktası teşkil eden Hicret örneğinde ele alıp anlamayı umuyoruz.

Mekke’de zulümler yaşanmaya başlayınca Hz. Peygamber Müslümanları önce aralıklarla Habeşistan’a gönderdi. Zulmün şiddeti artmaya başlayınca Taif’e gitti ancak beklemediği ağır bir tepkiyle karşılaştı. Bitme noktasına geldiği bir yerde Rabb imdada yetişti. Zaten imtihanın gayelerinden biri de bu idi. Kul, tevekkülü sonuna kadar yapıp ‘benden buraya kadar’ diyecek, sonra Rabb yardıma yetişecekti. Kural bunun üzerine kurulmuştu. Peygamberde olsa bu kural değişmiyordu. Ve hiç beklenilmedik bir zamanda karanlığı aydınlatan ışık, Yesrib (Medineden) yandı.

İslam tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olarak bilinen Mekke’den Medine’ye yapılan Hicretin adımları Akabede atılıyor, yeni bir strateji belirleniyordu. Bu tarihin akışını değiştirecek bir göç olacaktı.

1435 yıl sonrasından baktığımızda hedefe ulaşmak için yapılan bu muazzam göç olayını gündemimize taşımak gerekiyor.

a) Hicret; Biat’ı anlamaktır. Biat İslam hukukunda herhangi birine şart, ön kabul ya da istekte

bulunmaksızın söz verme, birinin hâkimiyetini kabullenme, ona bağlılığını sunma gibi anlamlara gelir. Medinelilerin Hz. Peygambere iki yıl boyunca arka arkaya Akabede yapmış oldukları Biat böyleydi. Hiç tanımadıkları birine hiçbir şart koşmaksızın o kimsenin söyleyeceği her şeyi evet diyerek kabul etme. Bu müthiş bir teslimiyetin örneğidir. Bizim önemli problemlerimizden biri burada yatıyor. Hiçbir şart koşmaksızın iman ettiğimiz Kitabımız başta olmak üzere, Hz. Peygamberin sünnetini hayatımızda uygulamada gevşekliğimiz var.

b) Hicret; Ensar veya Muhacir olmak demektir. Eğer yaşadığınız yerde baskı, şiddet, yaşama

alanınız daraltılmışsa Muhacir konumuna düşmüşsünüz demektir. Eğer Muhacir olmuşsanız o zamana kadar biriktirdiğiniz dünyalık adına ne varsa arkanıza bile bakmadan, bir daha geri dönmemeyi hesap ederek terk etmenizdir. Bunlar eviniz, evinize bin bir zahmetle biriktirerek aldığınız eşyalarınız, hayalleriniz, işyeriniz, gayrimenkulleriniz ve daha pek çok eşyanız olabilir. Bunun kısaca adı davası uğruna dünyalıklardan vazgeçmektir. Günümüzde dünyevileşen Müslümanların anlamadığı/anlayamadığı konulardan biridir. Ama yaşadığınız yerde huzur dolu bir ortamda yaşıyorsanız Ensar konumundasınız demektir. Bu sefer de gelen Muhacirlere biriktirdiğiniz ne varsa paylaşmaları için önlerine sermenizdir. Her iki durumda da ‘dünyalık kazanca değer vermeme’ ön plana çıkmaktadır. Esiri olduğumuz, zaman zaman altında ezildiğimiz servetin nasıl harcanmasına en güzel örneklerden biridir Ensar veya Muhacir olmak. Peki biz hangi konumdayız? Ensar mı? Muhacir mi? Kanaatime göre günümüz İslam dünyasını iyi okuduğumuz zaman Türkiyeli Müslümanların Ensar konumunda olduğunu görüyoruz. Bu yüzden ülkemize göç eden yüzbinlerce Suriyeliye ve değişik İslam ülkelerinde yaşanan iç savaşlar nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Mültecilere karşı ev sahibi olarak Ensar olma görevimiz vardır. Bunların ülkemizi tercih etmiş olmalarından rahatsızlık uymak doğru değildir. Sebebi de şudur: Hicretten sonra Medine’de Muhacirlerin gelmesinden rahatsız olanlar vardı. Bunlar iman ettiğini söyleyen münafıklardı.

Ensar veya Muhacir olmak, Kur’an’ın “O kimseler ki, iman ettiler, hicret ettiler ve Allah yolunda cihada katıldılar, bir kısımları da onları barındırıp yer, yurt sahibi yaptılar ve yardıma koştular, işte bunlar hakkıyla mümin olanlardır. Bunlara bir mağfiret ve cömertçe bir rızık vardır.”Enfal 74. Ayetiyle övdüğü insanlar kategorisine girmektir. Bu ayet ışığında düşündüğümüz zaman, yaşadığımız dönemde Ensar veya Muhacir olma fırsatı önümüzde durmaktadır.

c) Hicret; İmkân üretmek demektir. Yaşadığınız yerde planınızı ve projenizi uygulama alanı

Kalmamışsa, hedefinize ulaşmak, planınızı uygulamak ve yeni imkânlar üretmek için başka bir yere gitmek demektir. Hicret rahat bir ortama göç etmek değildir. Gidilen yerde projenin uygulanması için müsait ortam bularak çalışmayı sürdürmektir. Hz peygamber Medineye göç ettikten sonra Medine sözleşmesi ile ilk İslam devleti kurulmuştur. Düşman kabileler olan Evs ve Hazrec barıştırılmış, Ensar ile Muhacir Muahat (kardeş) ilan edilmiştir. Bunlar üretilen imkânın kısa sürede nasıl meyve verdiğinin güzel örnekleridir.

d) Hicret; Yesrib’i Medineye dönüştürmek demektir. Yesrib, Medinenin önceki ismidir. Göç edilecek olan şehrin çarpık yapısında değişiklik yapmaktır. Hicretten sonra şehirde meydana gelen değişikliklerden sonra Medine olmuştur. Bu değişikliklerin başında İslam’ın ilk anayasası olan Medine Sözleşmesinin bulunması, İslami esaslara uyularak yönetilmesi şehrin adının da değişmesine neden olmuştur.

e) Hicret; küfürden imana, şirkten tevhide, çirkinliklerden güzelliklere, Şeytan'dan Rahman'a, günahtan sevaba göç etmektir.