Son operasyon ülkenin gündemine bomba gibi düştü. Şimdi herkes kartlarını yeniden karıyor; kurulan denkleme göre hesaplarını gözden geçiriyor. Bu beklenmeyecek bir hal değil, bu nedenle gün fırsatı ganimet olarak değerlendirenlere kızmakla geçirilecek zaman değil. Yapılması gereken olaya soğukkanlılıkla ve sağlıklı bir şekilde yanaşmak olsa gerek!

            Ben şahsen bu karışık, hiçbir şeyin kesin olmadığı sisli ortamda, göz ardı edemeyeceğimiz iki hususun altını çiziyorum.

            İlki, biliyorsunuz Efendimiz Hazretlerinin yanına hırsızlık yapan bir kadın getirilir. İşin özellikli yanı bu kişinin Mahzum oğullarına mensup soylu bir kadın olmasıdır. Araya şefaatçi olarak kıramayacağını düşündükleri Usame’yi koyarlar.

            Efendimiz Hazretlerinin cevabı çok sert ve kat’i olur:

            “Sizden öncekilerin helaki içlerinde soylu ve şerefli birisi hırsızlık yaptığında onu cezasız bırakmaları, fakir ve zayıf birisi hırsızlık yaptığında ise cezalandırmalarıdır. Vallahi hırsızlığı sabit olan Mahzum kabilesinden Fatıma değil, kızım Fatıma bile olsa, onun elini keserdim”

            Anlayabildiğim kadarıyla verilmek istenen şu: Helake sebep olan toplumda hırsızlık olayının yaşanması değildir; çünkü insanın olduğu yerde her türlü olay yaşanır. Önemli olan hırsızların kimini, kimine göre üstün tutarak göz yummaktır.

            Elbette ki ben burada kimseyi suçlamıyorum. Sadece İslami bir ilkeyi ortaya koyuyorum. Ayrıca yine Efendimizin “Şüphe ile had cezası düşer” Hadisi Şerifini de biliyorum. Yani şüphe tamamen yok oluncaya kadar kimseye ne suçlu diyebiliriz ve nede cezalandırma cihetine gidebiliriz.

            İlkeyi günümüze uyarlarsak: Benim partimin hırsızı iyidir, diğerlerinin ki kötüdür mantığıdır, olmaması gereken,;ayaklar altına alıp yok edilmesi gereken; aksi halde bizi bekleyen, hadiste bildirildiği üzere helak olmaktır. Peygamber, kendi Fatıma’sını bile ayrık tutmuyorsa bizimde kimseyi ayrık tutmak gibi bir lüksümüz asla olmamalıdır ve olamazda.

            Gelelim ikinci hususa. Artık başında aklı olan herkes gördü ve anladı ki gerek ABD ve gerekse İsrail Başbakandan rahatsız. Hatta buna gönül rahatlığı içerisinde Avrupa’yı da dâhil edebiliriz.

            Sebebi ise çok basit: yeniden kurulan dünyada Türkiye’yi hala güdük bırakmak, Müslümanların boynunu tekrar bükük bırakmak.

            Zira Türkiye bu Başbakanla çok yollar kat etti. Evvela askeri vesayeti kırdı. Ardından ülkede alçakça körüklenen bir iç savaşı durdurmak için oldukça önemli adımlar atıldı. En önemlisi ülkenin kendisine güveni geri geldi. Tarihteki misyonunu yüklenmenin belirtileri görünmeye başlandı.

            Peki, bunlar nasıl oldu: İktidar olmakla, tek başına hem de güçlü bir iktidar olmakla. Fakat iktidar sahibi olmak aynı zamanda büyük bir riski de beraberinde getiriyor. Toplum içerisinde ne kadar menfaatçi varsa, bünyesinde buluvermek. Maazallah bünye bir tökezlemeye görsün, ilk terk edecek olanlarda yine onlar olur. Geriye kalır, yine bu için sadece cefasına talip olanlar.

            Geçenlerde televizyonda bir programda Cemaat adına konuşan birisi şöyle demişti: “Başkaları mitinglere bayraklara para harcarken, hizmet hareketi yıllardır okullara yatırım yaptı. Yetişen insanlar bugün elbette bir yerlerde olacaklar”

            Söylediği çok da haksız değildi. Fakat unuttuğu bir şey vardı. Küçümseyerek eleştirdiği o insanlar(bayrağa para veren parti/ler) Kemalist saldırılar karşısında onlara paratoner görevini görmüştü. Bu sayede onlar okullarını ve müesseselerini koruyabildiler. Sonrada iktidar safhasında, yani bayrağın göndere dikilmesi halinde onlara dost eli uzatılmıştı.

            Gelelim işin en can sıkıcı tarafına: Söylentiye göre Ergenekon artıkları ile Cemaat el ele vermiş. Hiç inanasım gelmiyor. Fakat Akşam gazetesinde Kurtuluş Tayiz’in yazısı ile Timetürk’te Ömür Çelikdönmez’in yazısı insanın tüylerini diken diken etmiyor değil, doğrusu.

            Oğlumla telefonla görüştüm: Günümüzde enerjinin önemini hatırlatarak Türkiye’nin yaptığı enerji anlaşmalarından bahsetti; ayrıca ‘mademki muhalif yüzde elli büyüyemiyor o zaman diğer yüzde elliyi parçalarız’ şeklindeki bir taktikten bahsetti.

            Fakat her ne olursa olsun beş emniyet müdürünün görevinden alınmasının doğru olmadığını söyledi.

            Haklıydı. Oda benim gibi bu işten Başbakanın güçlenerek çıkmasının tek bir yolu olduğunu düşünüyordu.

            Temizlenerek çıkmak. Yani şayet varsa safraları atarak, kanser bütün vücudu sarmadan kangren olan yeri keserek yola devam etmek.

            Yoksa işin zamanlamasıymış, dershaneymiş, birilerinin komplosuymuş; bunlar doğru lakin hiç önemli olmayan teferruata ait konular.