Geçenlerde İstanbul’da LGBT yürüyüşü yapıldı. Yürüyüşe CHP ve HDP mensupları ve milletvekilleri de katıldılar. Bunlardan birisi de HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’di.
Yürüyüşte polisle çatışıldı. Asıl önemlisi anadan doğma soyunan kişilerin kamu alanında yaptıkları müptezel gösterilerdi. Güya protesto ediyorlardı ama aslında onlar mensubu oldukları, içerisinde yaşadıkları toplumun değerleri ile alay ediyorlardı, üstelik bir ramazan gününde.
Bu olay beni başka bir cepheden etkilemiş ve üzmüştü. O an sosyal medyada şöyle bir mesaj vermek ihtiyacı duymuştum.
“LGBT yürüyüşüne milletvekili Sırrı Süreyya Önder’de katılmış. Neye yanarım bilir misiniz, ben bu adamı bilmezdim, varlığından bile habersizdim. Nasıl tanıdım? Ülke TV de ki çıktığı programlardan. Yani İslamcı bir TV kanalından. Aman Allah’ım o ne kırıtmalar ne sırıtmalardı öyle. Başkası olsun da kim olursa olsun. Sanki bu toplulukta Süreyya Önder kadar görüşlerine başvurulacak kimse yokmuş gibi. İşte bu, İslamcı kesimin tedavi kabul etmez hastalığı”
Gerçektende Ülke TV’nin o programların da Sırrı Bey el üstünde tutulurdu. Ne söylese “keramet buyurdunuz efendim” kırıtkanlığı ve sırıtkanlığı içerisinde kabul görürdü.
LGBT yürüyüşü Sırrı Bey’in son marifeti olmadığı gibi ilki de değildi. Hatırlarsınız, kendileri Gezi Olaylarının da tetikleyici baş aktörü idi. Sorosvari Gezi kalkışmasının hangi amaçla yapıldığı, hangi dış güçler tarafından nasıl desteklendiği hepimizin malumu. Birileri toplumu yine eski Türkiye’nin Kemalizm hapishanesine geri götürmeyi amaçlıyordu.
Fecebook’da ki mesajım üzerine bazı dostlarımın yorumları oldu. İçlerinde birisi vardı ki  vurgulamak istediğim hususa özellikle  değinmenin yanında açıklayıcı bir muhtevaya da sahipti. Sayın Bilal Sürgeç Bey şöyle bir yorumda bulunmak suretiyle hissiyatıma tercüman olmuştu.
“Ay benin sevgili abim sadece o mu? Cengiz Çandar 2002’ye kadar nerede yazdı? Mehmet Altan’ı kim baş tacı etti? Hâlbuki Türkiye’de İslami teorinin, düşüncenin yanında inançsızların bir hiç olduğu Show TV, Kanal D, ATV’ de yayınlanan siyaset meydanı programlarında ortaya çıkmıştı. İmam hatip orta mektep öğrencisi karşısında koskoca Profesörler perişan oluyorlardı. Bu zafer ise hiç hak etmedikleri halde bizim siyasilere yaradı. Sırrı’nın babası Ziya Önder Marksist Türkiye İşçi Partisi Adıyaman İl Başkanıydı. 1970 de genç yaşta öldü. Komünist Ziya diye anılırdı. Sırrı Ülke TV’ye çıktığında dahi komünist diye kendisini tanıtırdı. Bunun nedeni nedir bilir misiniz? Bizdekilerin var olan o korkunç aşağılık duygusu”
Çalakalem ele alınan bu mesajlaşmalar, aslında, bir gerçeğin dile getirilmesi, bir psişik takıntının faş edilmesi ve bir ıstırabın terennüm edilmesinden başka bir şey değildi.
Bilal Sürgeç dostumun özellikle şu cümlesi son derece kayda değer bir tespit içeriyordu: “Bunun nedeni nedir bilir misiniz? Bizdekilerin var olan o korkunç aşağılık duygusu”
Yanında belki biraz da meşrulaşma kaygısından söz dilebilir. Lakin dostumun tespiti yabana atılacak gibi değil; hepimizin şahidi olduğu bir vakıa idi.
Başkalarını şak şaklamak, kendi insanına değer vermemek. Nice fikir, sanat ve ilim yetisini bağrında taşıyan gençlerimizi görmezden gelmek, yeteneklerinin güdük kalacağını bile bile onlara imkân tanımamak... Eserler meydana getirenleri tanıtmamak, yokmuş gibi yapmak, onlar için hiçbir sorumluluk duymamak, uyarılara kulak tıkamak ama başkasına gelince gerdan kırmak! Bugün bu hareket cüssesine rağmen söyleyeceği söz açısından kadük kalmışsa, bunun nedenlerinden birisi de bu aşağılık duygusu olsa gerektir.
Açıkçası yine Bilal Bey’in değindiği gibi, sadece siyasi açıdan büyümüş ama bunu kaldıracak donanım ve kültürel seviyeden mahrum bir hareket.
Böyle geldi, böyle gider mi bilmem? Ama gidecek olursa kelimenin tam anlamıyla bir çöküşe varılacağını zannediyorum.
Özeleştiri pek tanışık olduğumuz bir meziyetimiz değil. Acilen tanışmamız ise elzem.
On küsur yıldır, mütefekkir değil, müteahhitlerden başka bir varoluş gösterememenin nedeni, eşya gibi kullanılan lakin yetişmesine imkân tanınmayan bir nesil olsa gerektir. Gelecek nesiller için aynı hatalara düşüp düşmeyeceğimiz yapacağımız tercihlerimize bağlı.
Yazdım,  sözümün nerelere kadar ulaşacağı hakkında hiçbir garantim olmadan.