Bu başlık tuhaf gelmiş olabilir. Akla gelen ilk soru da şudur. Kaç tane İslam var da birini seçelim? Allah’ın gönderdiği son din olan İslam ve kitabı olan Kur’an’ı Kerim hiç değişmediği halde seçilecek ne olabilir ki. Şeklinde bir itiraz ile cevap verilmiş olunabilir. Cevap ‘bilgi’ açısından değerlendirildiği zaman doğrudur. Ancak bu ‘bilgi’ ile anlatılan İslam ve ‘yaşanılan İslam’ arasında çok farklar vardır. Din, kuru bilgiden ibaret değildir. Hayatın tamamında geçerlidir.

Yüzlerce yıldır Müslümanların hayatlarında değişik yorumlardan oluşan ve adına gelenekçi dediğimiz değişik İslam anlayışları vardı, bunlar şia, ehli sünnet (mezheb, cemaat, tasavvuf) merkezli iki anlayış idi. Ancak Modern düşüncenin hayatımızda etkin olduğu günümüzde farklı yorumlar ilave edildi. Müslüman denildiği zaman akla kısaca yaygın olan şu İslam anlayışları gelmeye başladı. Ilıman, siyasi, cemaatçi, radikal, laik, modernist, liberal, gibi.

Bugün kısaca ‘ılımlı İslam’dan’ bahsedeceğim

Ilıman İslam günümüzde çokça konuşulan bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Hangi taşı kaldırsanız altında mutlaka tavsiye edilen, kültürel ve folklorik bir algının anlatıldığı halk tipi, hoşgörüde sınır tanımayan, nabza göre şerbet vermeyi ihmal etmeyen bir muhafazakârlaşma anlatılıp tavsiye ediliyor. Düşünce ve yaşantı olarak uç noktalarda gezinen herkesin ilacı olarak ‘ılımlı İslam’ takdim ediliyor. Böyle bir dindarlaşma almış başını gidiyor.

Müslümanlar böyle bir İslam ile yeni karşılaştılar. Bu, başlangıcı Türkiye üzerinden yapılan sonra da bütün İslam ülkeleri üzerinde uyarlanması gereken bir projedir. Başta medya sektörü olmak üzere pek çok kimsenin sürekli dillendirdiği tevhidi mücadelesi olmayan, eylemsiz, etliye sütlüye karışmayan, direnci olmayan, mücadeleden yoksun, sadece dil ile söylenen bir imandan ibaret olan Mevlana, Yunus Emre, gibi şahsiyetlerin sözlerinin ayet ve hadislerin önüne konulmasıyla İslam düşmanı kâfirlerin yapmış olduğu zulüm ve katliamları örtmek amacıyla, Kur’ani temeli olmayan, Hz. Peygamberin hayatında bulunmayan bir senaryodur.

Amerikalılar kendi ülkelerinde değişik üniversitelerde Mevlana, Yunus Emre gibi şahıslarla ilgili tartışma programları, sempozyumlar, yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlayarak bu insanların batılılar tarafından tanınmasını sağladılar. Daha sonra harekete geçerek Müslümanlara sevgiyi ve hoşgörüyü ön plana çıkartan ‘Ilımlı İslamı’ tavsiye ederek örnek şahısları gündemde tuttular.

Mevlana ne Mesnevi üzerinden ılımlı bir proje uygulamaya konulmak istenmesi kesindir. Bunun cevabı UNESCO’nun 2007 yılını Mevlana yılı olarak açıklamasında yatmaktadır. Bu oldukça manidardır. Çünkü 2001 yılında 11 Eylül saldırıları karşısında bütün dünya Müslümanlarını karşısına alan ABD, aradan geçen yıllardan sonra (yani Afganistan ve Irak’ı işgal ettikten sonra) Müslümanlarla ilişkilerini düzeltmek için işe Mevlana ve Yunus Emre ile başlaması düşündürücüdür.

Acaba bizlere yeni bir kitap, yeni bir peygamber mi bulmak istiyorlar? Biz Mevlana ve Yunus’u onlardan önce tanımadık mı? Ama hazırladıkları planların alt yapısı elbette çok öncelere dayanıyor. İşte örneği:

Yıl 1882, yer İngiltere; İngiliz Başkanı Gladston’un Kur’an elinde, parlamentoda konuşurken söylediklerini hatırlayalım: “Bu kitap bu Müslümanların elinde kaldığı müddetçe, İngilizler hiçbir zaman onlara hâkim olamayacaklardır. Yegâne çözüm, Müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır. “

Şimdi iyi düşünüp sağlam karar verelim. Kur’an’ı Kerim elimizde mi? Evet.

Pekiyi hayatımızda mı? Bu soruya doğru cevap vermemiz zor. Bu sorunun cevabı aşağıdaki fıkrada anlatılıyor:

Nasreddin Hoca bir gün sabah erkenden kalkmış ve avluda bir şeyler aramaya başlamış. Aradan saatler geçmesine rağmen aradığını bulamamış. Onun bu durumu komşularının dikkatini çekmiş. Komşular kendi aralarında toplanarak Hocaya gelmişler ve “hocam uzun zamandır bir şeyler arıyorsun, ne aradığını söyle de sana yardım edelim” demişler. Hoca “iğne arıyorum” demiş. Komşular “Hocam kaybettiğin yeri söyle oraya odaklanalım” demişler. Hoca “ ben burada kaybetmedim ki” demiş. Komşular “nerede kaybettiysen söyle orada arayalım hocam” demişler. Hoca “samanlıkta” cevabını vermiş. Komşular “ilahi hocam, samanlıkta kaybettiğin iğneyi ne diye avluda ararsın ki, gidip orada arasana” demişler. Hocanın cevabı çok ilginç olmuş “ama orası çok karanlık” demiş.

Bizlerde bir şeyler kaybettik. Başta Kur’an’ı Kerimin hayatımızdan yavaş yavaş buharlaştığını gördük. İngiliz başkanının sözlerinin hayata geçtiğini, geçtiğimiz sürede çok iyi öğrendik. Sadece metnini tecvidli, güzel sesle okuyup, insanları mest eden bir okumaya indirgedik. Allah, ayetleri ile hedef gösterdiği yere bakmadık, sadece ayete bakmayı kendimize uygun gördük. Anlaşılmaz diyerek önüne pek çok engel koyduk. Kitap bizi yüceltmek için gönderilmişti, ama biz vahyi yücelttik. Yücelerden gelen vahiy nasıl yücelekti ki. Bunu bile anlayamadık.

Buna paralel olarak Hz. Peygamberin ‘üsve-i hasene’ olan “en güzel örnek insan” olma özelliğini kaybettik.

Ahlakı, değerleri, merhameti, kardeşliği, paylaşmayı, saygıyı… gibi pek çok özelliği kaybettik.

Nerede/Ne arıyoruz?

Kaybettiklerimizi yeniden kaybettiğimiz yerde arayıp bulmak gerekirken, onlarca yıldır batı kapılarında bir şeyler arıyoruz. Adeta biz sizler gibi olmak ve yaşamak için çabalayıp duruyoruz, ne olur bizi daha fazla bekletmeyin, diye çırpınıyoruz.

Yönünü kaybetmiş bir gemi gibiyiz. Çıkış yolu olarak önümüze konulmuş olan ‘ılımlı İslam’ projesini bir çıkış yolu olarak görüyoruz. Kalem suresi 68. Ayet durumumuzu açıklaması açısından önemli: İstediler ki, sen yağcılık yapasın da onlar da yağcılık yapsınlar (sana yumuşak davransınlar).

Fetih 11. Ayet:” …(Böylece) onlar kalplerinde olmayan bir şeyi dile getiriyorlar….”

Bizlere ait olan bir hastalık var. Gündemimizi hep başkaları belirliyor. Bizlerde kurgulanan bu oyunun içinde figüran olarak oynuyoruz. Türkiye’nin üzerinden bir rüzgâr eser, pek çok kimse bu rüzgâra kapılır ve konumunu buna göre belirler. Bir dönem milliyetçilik rüzgârı eser, önüne kattığı kitleler milliyetçi olur, bir dönem sosyalizm rüzgârı eser, nice insan sosyalist olmakla övünür, çünkü moda olan ideoloji bunlardır.

Günümüzde ‘ılımlı İslam’ adı altında bir rüzgâr esiyor. Maalesef konumunu buna göre ayarlayanlar oldukça fazla. Bize düşen görev yukarıda da hatırlatıldığı gibi kaybetmiş olduğumuz değerleri kendi iç dinamiklerinde arayan Kur’an’ın belirlediği, Allah Rasulu (s.a.v.)’in örnek olduğu hayatı yaşadığımız hayata taşımak zorundayız. Selam ve dua ile…